⇝ Episode Four

537 77 25
                                    

Sınır 70+ okunma ve 20+ vote ^-^

Keyifli okumalar!

"Hadi ama! Bu taş devrinden kalma şakıyı dinlemek istemiyorum!"

Yalvarırcasına arabayı süren Bucky'e baktım. Beni pek umursuyor gibi görünmüyordu.

"Otur ve şarkıyı dinle, çocuk."

Yüzüme bakmasa da artık bana cevap veriyor olması bile onun için büyük bir ilerlemeydi. Yol boyunca bir şizofren gibi kendi kendime konuşmuş, sıkıntıdan aracın içinde dört dönmüştüm. Bana daha fazla katlanamamış olacak ki sonunda zoraki de olsa iletişim kurmaya razı olmuştu.

"Lütfen Bucky! Bu şarkı o kadar eski ki Adem ve Havva'nın düğününde çalmış bile olabilir!"

Birkaç saniyeliğine gözünü yoldan ayırıp bana ciddi misin? Der gibi bakıp, pes edercesine radyoyu farklı bir frekansa ayarladı. Bu şarkıyı da pek beğenmemiş olsam da arabadan atılmak istemediğim için sessiz kalmaya karar verdim.

Ancak canım hâlâ sıkılıyordu. Çok ücra bir yoldan ilerlediğimiz için yol boyunca izleyebileceğim tek manzara yeni hasat edilmiş boş tarlalar oluyordu. Etrafta insanlıktan tek bir iz bile yok gibiydi. Arada tek tük müstakil binalar görünüyor ancak onlar da birkaç saniye sonra gözden kayboluyordu.

Bacaklarımı kendime çekerek başımı koltuğa yasladım. Telefonumun şarjı bitmemiş olsaydı kendimi bir şekilde oyalamayı başarabilirdim ancak evren bana yine götüyle gülmüştü. Bakışlarımı araçtaki en ilgi çekici şeye, Bucky'e çevirdim. Onu pek incelemeye fırsatım olmamıştı.

Uzun saçları oldukça dağınıktı. Yüzündeki maskesini indirdiği için çene hatları artık daha belirgin bir şekilde görülebiliyordu. Yeni yeni çıkmaya başlamış sakalları ve dolgun denemeyecek pembe dudakları ile bayağı yakışıklıydı. Gözlerinin altında mor halkalar göze çarpsa da sürdüğü göz kalemi dağılarak morlukların üzerini kapamıştı. Ve gözleri... bu adamın gözleri muhteşemdi.

"Keşke gözlerini söküp kendiminkiler ile değiştirebilsem." Dedim hâlâ ona bakarken. Bunu beklemiyor olacak ki kaşları hafifce havalandı. "Bu bir tehdit mi?"

"Bu bir iltifat, Bucky." Dedim kıkırdayarak. Açıkcası insan ilişkileri konusunsa epey kötüydü.

"Teşekkürler, çocuk." Diyerek hafifce gülümsedi. Yanağında beliren iri çukur gözüme iliştiğinde şaşkınca dudaklarımı araladım.

"Tanrım kocaman bir gamzen var!" Dedim yanağına uzanırken. Parmaklarım yumuşak yanağıyla temas ettiğinde kafasını geriye doğru çekmiş, garip bakışlarıyla beni süzmüştü.

"Sadece bir saniye kımıldamadan duramaz mısın sen?"

Rahatsız olabileceği aklıma geldiğinde utanarak koltuğa yayıldım. Bazen cidden fazla patavatsız olabiliyordum.

Geri kalan yol boyunca sakince oturmuş, hiç ses çıkarmamıştım. İnsanları rahatsız etmekten nefret ediyordum. Bazen fazla heyecanlanıyor, küçük bir kız gibi davranıyordum. Ancak ne yapabilirdim ki? Bu benim doğamda vardı.

Tek katlı, sarı bir binanın önünde geldiğimizde Bucky aracı durdurmuş, kapıların kilidini açmıştı. Araçta boğuluyormuş gibi hissettiğim için hızla aşağı inmiştim. Ayaklarım toprak zemin ile buluştuğunda ciğerlerime derin bir nefes doldurmuş, cırcır böceklerini dinlemeye koyulmuştum. Burası cidden huzur veriyordu.

"İçeri."

Bucky'nin komutu ile kendime geldiğimde onun çoktan küçük bir çanta ile kapıdan giriyor olduğunu gördüm. Salına salına peşinden içeri girdiğimde salondaki berbat koku yüzüme çarpmıştı.

"Tanrım! Burası ceset gibi kokuyor!"

Aceleyle pencereye doğru ilerledim ve camı sonuna kadar açtım. Bucky pek rahatsız olmuş gibi görünmüyordu. Ya da yüz kaslarını kullanmaya kullanmaya mimiklerini unutmuştu.

Elimi burnuma siper ederek diğer odaları kontrol etmek için koridora ilerledim. Kulaklarıma dolan çatal kaşık seslerine bakılırsa muhtemelen Bucky de mutfağa geçmiş, yiyecekleri ve diğer eşyaları yetiştiriyordu.

Yatak odası olduğunu varsaydığım odaya girdim. Etraf çarşaflarla kaplı olmasına rağmen toz içindeydi. Pencereyi açarak çarşafları kaldırdığımda burasının bir çocuk odası olduğunu anlamam uzun sürmemişti. Kire bulanmış ellerime bakarak yüzümü buruşturdum. Banyoyu bularak ellerimi yıkamam gerekiyordu. Bu dünyada pekçok şeye müsemmaha gösterebilirdim, ancak pislik bunların arasına asla yer alamazdı. Obsesif sayılmazdım ancak kirliliğe tahammül edemiyordum.

Banyoya girerek ellerimi temizlediğimde salona geçtim ve türünün ilk örneği diyebileceğim tüplü televizyonu açtım.

"Hâlâ çalışıyor olmanı takdir ediyorum, ihtiyar." Dedim kumandayı televizyona doğru sallarken. "İşini yaparkenki azmin beni gerçekten etkiledi."

"Kiminle konuşuyorsun sen?"

Arkamda beliren siyah saçlı adam yüreğimi ağzıma getirirken irkilerek yerimde sıçramıştım. "İnsanlara sinsi sinsi yaklaşmamalısın, Barnes!"

Kaşlarını çatmış beni izliyordu. Cidden, bu adamın nesi vardı? "Televizyon ile konuşuyordum. " dedim anlaması için.

"Neden?"

"İnsanlar eşyalar ile konuşabilir de ondan!"

Dudaklarını kıvırarak anlamış gibi kafasını salladı. "Benim dönemimde böyle davrananlara deli diyorduk, Mosbey."

"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Yıldızları parlatmayı unutmayın, lütfen*-*

Yorumlarınızı merakla bekliyorum ^-^

➸ 𝐊𝐨𝐛𝐢𝐤 | Marvel FanfictionHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin