"Bir varmış, bir yokmuş..."
"Günün birinde, çocuk hasreti çeken bir çift varmış, ne yaptılarsa çocukları olmuyormuş. Gel zaman, git zaman, bir gün kadın hamile olduğunu anlamış ve büyük bir sevinçle eşine bunun haberini vermiş. İkisi de oldukça mutlu olmuş bu habere. Biraz zaman sonra evine dönen hamile kadının gözleri 'garip' olduğu için kimse tarafından sevilmeyen komşusunun duvarlarının ardındaki bahçesine takılmış. Oradaki marullara ise bakakalmış. Sanki birisi ona büyü yapmış gibi hissetmiş ve o günden sonra o marullar aklından çıkamaz olmuş.
Aradan zaman geçmesiyle birlikte aniden zayıflayan ve hastalanan karısının durumunu hemen fark etmiş eşi. Onun için çok endişelenmiş ve ne olduğunu anlamaya çalışmış, ardından sorunun komşularının bahçesindeki marullar olduğunu anlaması uzun sürmemiş. En başta o marullardan alma fikri gözünü korkutsa da, karısının gittikçe hastalanan bedeni onu bir gece yarısı gizlice komşusunun bahçesine sızmaya zorlamış.
Aldığı marulları eve getirir getirmez karısı sevinçle oturup hepsini yemiş, ardından ise yine istemiş. Eşi bu duruma canı sıkılsa bile karısını yine o halde görmek istemediği için ertesi gece yarısı ancak getirebileceğini söylemiş, ancak işler öyle gelişmemiş.
Bahçesindeki marullarının çalındığını anlayan komşuları çok sinirlenmiş ve bahçeye bir tuzak kurmuş. Ertesi gün adam yine marul almak için bahçeye indiğindeyse tuzaklardan birine takılmış, kurtulamamış. O kurtulmaya çalışırken ise 'cadı' bahçeye inmiş, büyük bir nefretle bağırmaya başlamış.
'Ne hakla benim sihirli marullarımı çalarsın!? Ne hakla?!'
Gözü dönmüş kadın yüzünden korkudan teni bembeyaz kesilen adam ise büyük bir korkuyla sebebini açıklmaya çalışmış.
'E-eşim. Ha-hamile. O istedi. L-lütfen-'
'Hamile mi?!'
Aniden sakinleşen kadın sordu. Sonra kısa bir süre düşündü.
'Hamile demek..."
Korkudan titreyen adama bakarak konuştu.
'Sana bir teklif sunacağım, hem de marullarımdan istediğin kadar alabilirsin. Çocuğunuz doğduğu zaman onu bana vereceksin, ben de seni bırakacağım. Anlaştık mı?'
Korkudan gözü dönmüş adam direk kabul etti bu teklifi.
'T-tamam, evet!'
Kısa zaman sonra kız doğmuştu. Ay gibi parlayan bir teni, güneşi kıskandıran sapsarı saçları, gökyüzünden bir parçaymış gibi duran masmavi gözleri vardı küçük kızın. Cadı, kızın doğum haberini alır almaz gidip bebeği aldı çiftin elinden, evine götürdü.
Kıza sihirli marulların adı olan ismi verdi.
Rapunzel.
Rapunzel, annesi bildiği kadının yanınde prensesler gibi yetişti. Cadı ona en iyi şekilde bakıyordu, Rapunzel ise gün geçtikçe güzelliğine güzellik katıyordu. Resmen bir prensese dönüşmüştü.
Cadı, 12 yaşına gelen Rapunzel'i gözlerden uzakta yetiştirmeye karar verdi. Onu ormanın ortasında, ne bir kapısı, ne de tek giriş yeri olan metrelerce uzunluktaki kulenin tepesindekinden başka penceresi olmayan bir kuleye kapattı. Kulenin dışında işi olduğu zamanlarda Rapunzelin metrelerce uzunluktaki saçına tutunup kendini aşağıya saldırıyor, ne zaman geri gelirse ise Rapunzel'e sesleniyordu.
'Rapunzel, Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını!"
Rapunzelin upuzun saçlarına tutunup indiği gibi çıkarmış.
Böylece aylar, yıllar geçmiş. Bir gün kralın oğlu avlanmak için ormana inmiş ve ormanın derinliklerinden tatlı bir melodi duymuş. Bu ses onu direk melodinin kaynağını bulmaya yönlendirmiş. Sonunda kapısız bir kuleye ulaşmış. Nasıl girileceğini bilmediği kulenin bu mükemmel sesin sahibini barındırdığını biliyormuş, her gün ormana gidip nasıl girileceğini anlamaya çalışmış. Bir gün ise bir kadının kulenin tepesine doğru seslendiğini görmüş.
'Rapunzel, Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını!'
Upuzun saçlar kulenin en üstünden dökülmüş, kadın ise o saçlara tutunup yukarı tırmanmış. Ne yapması gerektiğini bilen prens ertesi gün erken saatlerde kuleye giderek sesini inceltmiş ve seslenmiş tıpkı önceki gün gördüğü kadın gibi.
'Rapunzel, Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını!'
Dünkü saçlar dökülmüş yine yukarıdan, prens tutunup yukarı çıkmış. En başta prensi görünce çok korkmuş Rapunzel ancak prens onu sakinleştirmiş. Sesini duyduğunu ve ona aşık olduğunu söylemiş prens. Ay tenli kızın yüzü kızarmış, ardından prens ona evlenme teklifi etmiş. Rapunzel kabul etmiş ancak ikisi de kuleden nasıl ineceklerini bilmiyorlarmış. Sonra Rapunzel bir fikir atmış ortaya, prens her gün gelip bir çiçek çilesi getirecekmiş, onlarla bir merdiven yapacaklarmış ve ikisi de kaçacakmış. Bu fikri mantıklı bulan prens her gün bir çiçek çilesi getirmiş. Ancak annesi ile arasında şimdiye kadar hiç gizlisi olmayan Rapunzel, laf arasında kuleye giren prens hakkında soruvermiş!
'Anne, prens neden senden daha hızlı tırmanıyor kuleye?'
Bunu duyan cadı sinirden küplere binmiş. Yıllarca yetiştirdiği genç kızın kendisine bu şekilde ihanet etmesi onu delirtmiş. Genç kızı sapsarı saçlarının hepsini kesmiş, onu kuleden kovmuş ve bir çöle göndermiş.
Ertesi gün hiçbir şeyden haberi olmayan prens elindeki çiçek çileleriyle seslenmiş Rapuzel'ine.
'Rapunzel, Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını!"
Kestiği saçları tepeden sallandırmış cadı. Prens tırmanmış sevgilisinin uzattığını sandığı saçlara. Ancak karşısında prensesini değil de cadıyı gördüğünde üzüntüden kendini atmış kuleden. Metrelerce yüksekten düşen prens düşerken gözlerine dikenler girmiş ve onu kör etmiş ancak şans eseri hayatta kalmış. Yıllarca kör gözleriyle ormandaki bitki köklerini yiyerek yaşamış, prensesini aramış prens. Ancak bir gün kulaklarına o tatlı ses dolmuş. Prensesinin sesini hemen tanıyan prens bağırmış.
'Rapunzel! Rapunzel!'
Sevgilisini duyan Rapunzel mutluluktan ağlayarak sarılmış ona. Ve mucizevi bir şekilde gözlerinden sel gibi damlayan o göz yaşları prensin gözlerini iyileştirmiş, ikisi de birbirlerine kavuşmanın mutluluğuyla birlikte prensin ülkesine gitmiş, mutlu mesut hayatlarına devam etmişler...
Son."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mademoiselle Noir | James Potter Fanfict•
Fanfiction🕸 "Moi je m'appelle mademoiselle noir Et comme vous pouvez le voir Je ne souris, ni ris, ni vis."