Sesler... Gözlerini açmaya çalışırken buğulanmış görüntüyle nerede olduğunu kestirmeye çalıştı. Biri omzuna dokundu. Elin sahibi bir şeyler diyordu... Başka kişilere ait başka seslerde işitti. Bu insanlar ne diyordular böyle. Sherlock kendine gelmeye çalışırken düşündü. Evet, Arapça. Konuşurken sesi çıkartış şekillerine bakılırsa Arapçaydı. En sonunda görüşü netleştiğinde üzerine doğru eğilmiş adamı görebildi. Evet, bu insanlar kesinlikle Araplardı. Adam hala konuşmaya devam ederken Sherlock'un çatallaşmış sesi duyuldu.
"Su."
Etrafında bir süre koşuşturma olduktan sonra yanında olan adamın yerine başka bir adam geldi.
"Merhaba, ben bu köyün öğretmeniyim. İngilizce biliyor musunuz?"
Bir İngiliz'e sorulacak en komik soruyu başka zaman dursa kahkaha atmaktan geri çekilmezdi, oldukları durumda bunu yadırgayacak hali yoktu. Tekrar kendine bile yabancı gelen sesiyle konuştu.
"Su."
En sonunda dudaklarına dayanan tastan birkaç yudum su içebilmişti. Şimdi kendini daha iyi hissediyordu.
Sherlock, iyice kendine geldiğinde burnuna gelen kokuları ayırt etmeye çalışıyordu. Bitkiler... Ne olduğu çözemediği bitkiler yarasına merhem olarak sürülmüştü. Doğal yöntemler ha? Çok geçmeden Sherlock yine kendini karanlığın kollarında buldu.
***
John bir Pazar gecesini daha neşeli bir şekilde geçirmiş evine dönüyordu. Marry'le tanışalı çok fazla zaman geçmemişti fakat şimdiden kendini çok iyi hissetmesine yardımcı oluyordu. Bu gün yedikleri yemekten sonra kesin bir karar almıştı. Bu kadına sıkı sıkı tutunacaktı. Artık düşmek istemiyordu...
Oturma odasının ışığını yaktığında odaya bir göz atıp ışığı kapattı, ardından hemen geri açtı. Masasının üzerinde daha önce orada olmayan bir şey vardı. Hızla masaya ilerleyip hediye paketli olan kutuyu eline aldı. Paketi sallayıp, bir süre dinledikten sonra tehlikeli bir şeyin olamadığına karar kıldı. Kutuyu açtıktan sonra dizlerinin titremesine karşı kayamadığı için kendini yerde buldu. Kutunun içindeki fotoğrafları çıkarttı.
Sherlock.
Ağlamak istiyordu bağırmak çağırmak elindeki fotoğrafları yırtmak istiyordu. Elinden hiçbir şey gelmiyordu. Zor zamanları atlattığını düşünürken yeniden düşüyordu. Artık canının acısına katlanamayacağını düşünürken daha büyük bir acıyla karşılaşıyordu.
Eskiden en korktuğu şey hafızasını kaybetmekken şimdi beynine bir reset çektirmek için nelerini vermezdi. Sherlock'la birbirlerine bakarken gazeteciler tarafından çekilmiş fotoğrafa bakıp acı acı gülümsedi. O her zaman böyle bakardı; sadece gözleriyle anlatmak ister gibi.
Her şey çok yoğundu. John dizlerini göğsüne çekti. O bir doktordu. Birçok kişinin hayatını kurtarmıştı. O bir askerdi. Birçok kişinin hayatını kurtarmıştı. Elbette hiçliğe uğurladığı hastaları olmuştu, elbette kollarında son nefesini veren askerleri olmuştu. Fakat en acısı buydu. Bir arkadaş olarak onu koruyamamıştı. Gözlerinin önünde süzülmüştü gökten. Dizleri titriyordu, tüm vücudu titriyordu, sarsılarak ağlarken gözlerinin önünde milyonuncu düşüşünü sergiledi Sherlock. Başarısız olmuştu. Onu koruyamamıştı. En yakın arkadaşını. Tek dostunu. Sherlock'unu koruyamamıştı.
Uzaklardan bir yerden kulağına dolan keman sesiyle gözlerini kapattı. Oturma odasının soğuk zemininde kendini anıları eşliğiyle karanlığın kollarına bıraktı...
Belki de hayat her şeye rağmen devam ettiği için zordur.
***
Sherlock, sonunda iyileştiğinde ne kadar vakit kaybettiğini bilmiyordu. Hastalandıktan sonra günleri takip edemez olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
So Cold (Düzenleniyor)
Fanfiction"Üzgünüm John. O artık yok..." Böyle olmamalıydı. Bu şekilde bitmesi yanlıştı... Kos koca kaldırımda tek başınaydı... "Bir mucize sadece bir mucize daha Sherlock... Yalvarırım."