II

335 23 16
                                    

1 Yıl Sonra

Arkanda bıraktıklarına bakarsan yanına gelecekleri göremezsin demişti psikoloğu bir keresinde. John bunu şimdilerde daha iyi anlıyordu...

Acı her zaman tazedir, hiçbir zaman eksilmez. Sadece alışırsın. Zaman seni alışmaya zorlar. Bunun ne kadar pişmanlığını hissetsede, bu fikre ayak uydurmak zorundaydı. Bir klinikte işe girmiş hayatını düzene sokmaya çalışıyordu. Yeni evi pek güzel sayılmazdı... Belki de ev gibi hissetmediği içindi...

*-*-*

Londra da sıradan günlerden biriydi. Yağmurun çiselediği akşamda John üzerinde kalın montuyla yürüyordu. Sokağın kenarında durdu ve gelen taksiye kendini attı, evinin adresini verip camdan dışarıyı izledi. Sol omzunun üzerinden yanındaki boşluğa baktı. Sanırsa ki uzun zamandır bu şekilde içi sızlamamıştı. O gitmişti. Artık kabullenmişti ama hala yokluğu soğuk hissettiriyordu. Montunun içinde daha da büzüldü. Sürücü koltuğunda oturan şoför, dikiz aynasından müşterisini izledi. Aracın dışı soğuktu ama adamın içi de buz tutuyor gibiydi.
Sıkı sıkı kavradığı direksiyonu çevirerek arabayı müsait bir boşluğa çekti. Parayı alırken eline değen sıcak tenle irkildi. John para üstünü almadan arabadan kendini sokağa attı.
Soğuk hava John'un yüzünü yakarken bilmediği bir şey vardı. Taksi hala gitmemişti ve şoför onu gözyaşlarıyla izliyordu. Şimdi taksiden bir müzik yükselecek olsa My Way olurdu. Fakat böyle entrikalara ihtiyaçları yoktu. Onların hayatları zaten yeterince trajedi tadındaydı.

*-*-*

Yağmur yağmaya devam ediyordu. Sherlock 'sözde' mezarının üzerinde oturmuş düşünüyordu. Buraya gelmemeliydi. Sadece onu merak ettiği için buraya gelmesi yanlıştı. Onun için her şey daha da zor olacaktı şimdi. Bıraktığı tahribat bu muydu? Bir adam bir adamı ancak bu şekilde yaralayabilirdi. Bu şehir kendisi için artık tehlikeliydi. Takma sakalı yağmurun etkisiyle kucağına düşerken o bunu fark etmedi bile.

John... Hayatına devam ediyordu ama yaralıydı, bu yaraların sebebi kendisinden başkası değildi. Ve tüm açtığı yaraları öperek iyileştirmek istiyordu Sherlock.

Ayağa kalkmak zor olacaktı onun için, Tanrıya minnetlerini sunması gerekirdi böyle bir abiye sahip olduğu için. Bu adam İngiltere'yi yönetirken bir yandan da kardeşinin kıçını toplayabiliyordu.

Sherlock, siyah arabanın içinde şehirden çıkarken arkasında bıraktığı binalara baktı. 'Geri döneceğim John... Seni iyileştirmek için geri döneceğim. Umarım geç kalmam.' Zihninin içinden verdiği söz sadece John'a değildi. Kendineydi de... Kazanacağı bir savaş vardı. Çözmesi gereken bir dava vardı. En sonunda pansuman olması gereken yaralar vardı. Onların hikayesi asıl şimdi başlıyordu.

***

Duygusal şeyler düzgün muhakemenin düşmanıdır. Kafasını İngiltere'den uzaklaştırdı. Artık sona ne kadar yaklaştığının farkına vardı. Duvardaki çizgilere baktı. İki yıl yüz yetmiş beş gün. Şimdi kendini duyguların eline bırakmanın zamanı değildi. Uzamış sakallarını sıvazlarken düşündü. Önünde kırık dökük aynaya sırıttı, dişleri sararmış üzerindeki kıyafetlerde yırtık pırtıktı. Saçlarını sanki daha fazla dağınık gözükebilirmiş gibi karıştırdı. Ellerini ceplerine sokarak soğuk mağara görünümlü delikten çıktığında gözlerini yakan güneşler birkaç saniye duraksadı ardından ağaçların geniş gölgelerine sığınarak gideceği yere doğru yol aldı.

***

John polikliniğe gitmek için sabah yine erken uyanmıştı. Perdeleri açtığı camdan dışarıyı seyre daldı. Londra yine yağmurun hüküm sürdüğü bir günü yaşıyordu. John, gülümseyerek dolabından çıkarttığı kıyafetlerini üzerine geçirdi. Saçlarını özenle tarayarak yeni evinin mutfağına ilerledi. Çay koymak için uzandığı bardağın parmaklarının arasından yere düşmesinin ardından olduğu yere çivilendi. Bir süre göğsündeki yanmanın sebebini bilmeden yerdeki cam kırıklarına baktı. John, tuhaf sayarak yerdeki cam kırıklarına eğildi. Tüm pisliği topladıktan sonra çaydan vazgeçerek evden çıktı. Bugün tuhaf geçeceğe benziyordu.

***

Acı bir yanıltmadır, her şey insanın beyninde olup biter. Dışarıdan ne kadar manyakça gözükse de bu böyledir. Bazı insanlar acıdan zevk alırlar, Sherlock onlardan birisi değildi elbette, fakat göğsünde kaburgalarını dahi ortaya çıkartacak derecede derin bir kesiğin varlığıyla öyleymiş gibi davranıyordu. Sırtını pis ve yıkıntı yerin duvarına dayadığında ne yapması gerektiğini kafasında sıralıyordu. Belki de her şeyi bir kenara bırakıp uyuşturucuya uzanmalıydı... Yapamazdı, geride bıraktığı işleri vardı. Yaratması gereken mucizeleri vardı.

***

John, polikliniğe girdiğinde önlüğüne giymiş masasına oturmuştu. Daha şimdiden sabahki olayı unutmuş gelecek olan hastasını bekliyordu. Tahminen kırk ya da kırk beş yaşlarında olan kadın kapıyı çalıp içeriye girerken ayağa kalktı. Hastasını odaya buyur ettiğinde kapı tam kapandığı sırada duvarda çivili olan acil durum kutusu yere düşmesi bir oldu. Bugün gerçekten de tuhaf geçiyordu...

***

Karanlık.
Acı.
Kan.
Soğuk.
Ter.
Bir saniye diye geçirdi içinden Sherlock. Soğuk ve Ter... Zorlukla da olsa gözlerini açtı. Sürünerek alet çantasına ulaştı. Şimdiden harcadığı efordan dolayı bayılmak üzereydi. Son bir çabayla çantanın içindeki ilaçlardan aradığını çıkarttı, kapağını açar açmaz ortalığa dökülen birkaç ilaçtan tekini kurumuş boğazından midesine götürdü. Tekrar her şey karanlığa bürünürken başını sert bir şekilde bulunduğu zemine geçirdi.

***

Tüm sabahın olaylı yanlarını unutmuş bir şekilde öğle yemeğine hazırlanıyordu John. Üzerindeki beyaz doktor önlüğünü özenle çıkartıp astı. Ceketini üzerine geçirirken nazik bir şekilde kapısı çalındı. İçeriye giren sarışın bayana baktı John.
"Buyurun?"
"Ben yeni asistanınız. Tanıştığıma memnun oldum."
John Watson gülümseyerek kendisine uzatılan eli sıktı. Her kötü başlayan gün kötü bitecek değil ya diye geçirdi içinden.

So Cold (Düzenleniyor) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin