Parıldayan yıldızların arasındaki bin dilekten biri gerçekleşebilseydi...
Tek dileğim 'onun' yanında olmak olurdu.
Sonsuza dek ve daima.
☆・゚: *☆・゚:*☆
Simsiyah renkli, iki koltuklu Maserati GranTurismo'nun kükremesi ta garaj yolundan, büyük malikanenin içindeki bir salona giden merdivenlerin önünde durana kadar duyulabiliyordu. Gece yarısı, sahibinin durumu hakkında çok şey söyleyen değerli antikalarla dekore edilmiş lüks bir yaşama sahip evin içi, kristal bir avizeden yayılan yumuşak sarı ışıkla parıldıyordu. Dağınık kıyafetli, buram buram içki kokan bu üniversite öğrencisi barok kanepede onu bekleyen annesini görünce durdu.
Tayland Kraliyet Ordusu'nun emekli komutan yardımcısının karısı Leydi Lalita Sophadissakul, erkek ve kız kardeşinden sonra gelen en küçük oğluna dehşetle baktı. "Tian" hayırlı bir addı, "Peygamber" anlamına geliyordu, ancak yirmili yaşlarındaki bu zengin adam çöp gibi görünüyordu. Boynuna uzanan elit saçları ateş kırmızısına boyanmıştı, bu renk annesine benzeyen güzel yüzünü daha da beyazlaştırıyordu.
Daha beyaz... Hatta ölü bir adamınki gibi.
Büyük nüfuza sahip bir emekli subayın üçüncü ve en küçük oğlu olan Tian, kızgın bir hareketle badem gözlerinin üzerine düşen saçlarını geri taramak için zengin sosyal statüsünün aksine, ince elini kaldırdı.
"Neden yatakta değilsin?" Sesi alkol yüzünden boğuktu.
"Seni bekliyorum. Eve dönmen niye bu kadar uzun sürdü?"
Uzun geceliğiyle zarif bir görünüme sahip olan 60'larındaki kadın, kalkıp oğluna doğru yürürken endişeyle sordu. Eskisinden çok daha zayıf görünüyordu.
Tian kalın ve düzgün kaşlarını kaldırdı, sonra soluk ince dudakları kendisine olan acımayla bir gülümsemeye dönüştü.
"Ah, bugün sabahtan beri evdeydin zaten ne kadar fark ettin ki? Neden eve geç gelmemi umursuyormuş gibi davranıyorsun? Uykusuz bir anneyi oynama. Yatağına git yeter. Ben de yorgunum."
Alay etmeyi amaçlamıyordu, sadece gerçeği dile getiriyordu. Mükemmel bir statüye, sosyal çevrenin alkışlarına, içi kocaman ve karanlık oyuğa sahip bir hayat yaşıyordu.
Pek yardımsever General Theerayuth ve eşi Leydi Lalita, şöhret ve tanınma için hayır işleri yapar, gazetelerde görünmek için tonlarca nakit para öderlerdi. Babasının izinden giderek subay olan en büyük erkek kardeşi, yurt dışındaki bir askeri okuldan burs almıştı ve karısıyla lüks bir hayatın tadını çıkarıyorlardı. Evin ortanca çocuğu ve üç kez boşanmış olan ablası ise sosyetikti ve tüm skandallara rağmen medyayı mıknatıs gibi çekmeyi başarıyordu.
Ya ona - aralarında 10 yıllık bir boşluk olan - bu cılız çöpe ne demeliydi? Sadece oyuncak yapmakta iyiydi! Tayland'daki en iyi üniversiteye girmek için tüm sıkı çalışmalarından sonra, zar zor bir şeyler başarabilmişti!
Ve bunlardan tam olarak ne elde etmişti ki?
Sanki vücuduna on ton kaya dökülmüş gibi göğsünden ani bir ağrı patladığında Tian elini yumruk yapıp göğsünü sıktı. Her geçen gün daha da kötüleşen acı, ne zaman strese girse ona saldırıyordu. Keskin sözlerinden ötürü gözyaşlarını boğan annesini görmezden geldi ve yatak odasına koşmak için merdivene doğru yöneldi.
Lalita'nın kanlı gözleri oğluna baktı. Bu zamana kadar asi ama mutlu bir çocuktu, sadece iki yıl içinde nasıl böyle acımasız genç adama dönüşebilmişti? Bu 'kötü haber'den sonra Tian, hayatından vazgeçmiş gibi görünen bastırılmış, anti-sosyal bir ruha dönüşmüştü. Ve bu annesi için çok fazlaydı.
"Neden kendini bu şekilde incitiyorsun?" Oğlunun ince bileğini tuttu ve merdivenlerde ilerlemesini engelledi.
Tian anında öfkeyle doldu, kül rengi yüzü hışımla annesine döndü.
"Benden ne istiyorsun?! Etrafa neşe saçayım mı istiyorsun? O kadar deli değilim anne! Yaklaşan ölümüme hiçbir şey yokmuş gibi oturup gülmeyeceğim!"
"Öleceğini kim söyledi? Bir tedavi var, güven bana canım. İyi olacaksın..." Annesinin sesi titredi çünkü yalan söylediğini biliyordu. Bu 'hastalığın' tedavi edilebileceğine dair hiçbir söz yoktu, Tayland'daki ve yurt dışındaki en iyi doktorlardan bile.
Doğru, önünde parlak bir gelecek olan, ağzında gümüş kaşıkla doğan Mühendislik öğrencisi olan Tian Sophadissakul ölüyordu!
Bir yıl önce, birinci sınıfın ikinci yarıyılında Tian, final sınavlarının stresinden sıyrılmak için üniversite sahasında arkadaşlarıyla futbol oynuyordu. Yüzünden aşağı süzülen terlerle ve zor aldığı nefesiyle, çabucak bitkin düştüğünde bir şeylerin yanlış gittiğini hissetmişti. Kalbi, sanki demir bir el sıkıca kavrıyormuş gibi acıyla titriyordu. Karanlık tüm dünyasına sahip çıkmadan önce, hissettiği son şey buydu.
Ancak bu olayın hayatındaki en kötü dönüm noktası olmasını kimse beklemiyordu.
Bu ilk yılında başlayan hastalık Miyokardit idi. (Kalp kası iltihaplanması) Parietal perikardını kalınlaştırmış ve vücuda yeterince kan pompalanamamasına yol açmıştı. Kalp nakli olmadığı takdirde her an kalp yetmezliği yaşayabilirdi. Yine de, uygun bir donör bulma şansı çok zayıftı. Kalp nakli bulmaktansa, ölüp yeniden doğacağına bahse girse daha iyi tutardı.
İki yıl sonra umudu tamamen bitmişti. Ailesinin etkisine ve ismini organ alıcıları listesinde yükselten parasına rağmen, bir zamanlar capcanlı olan 18 yaşındaki genç adam, hayatın adaletsizliğine karşı derin bir nefreti olan adama dönüşmüştü. Aşırıya kaçıyordu, eğleniyordu - içki içmek, sigara içmek, ortalıkta dolanmak, yarış çetelerine katılmak ve kendini tam bir haydut yapmak - hatta bu davranışlarıyla Punk olarak adlandırılmak onu daha da güldürmüştü.
Ancak o mutlu değilse, kimse mutlu olmamalıydı.
Bir zamanlar yaşam kıvılcımlarıyla parıldayan büyük gözler kızardı.
"Beni yalnız bırak artık!" Genç adam annesine bağırdı.
Annesinin elinden bileğini sertçe çıktı ancak Bayan Lalita dengesini kaybetti ve merdivenlerden düştü. Geceliğiyle yerde otururken burkulmuş ayak bileğini kavradı ve acı içinde inledi. Tian onu kollarına almak için acele etti.
"Anne, anne! İyi misin?!" Suçluluk, kalbi sızlayana kadar onu ezdi ama sinirlere yayılan acıyı görmezden geldi.
Yükselen gürültünün sesine uyanan General Theerayuth, yatak odasından fırladı ve en küçük oğlunun yerde yatan karısını kucakladığını ve yardım için ağladığını gördü.
"Baba, yardım et! Annem merdivenlerden düştü ve ayağını yaraladı!" Merdivenlerin başında şaşkın duran babasına bağırdı.
Yine de emekli subayı karısını yerde görmekten daha çok şaşırtan, oğlunun beyaza dönen solgun, pürüzsüz yüzüydü. Annesini tutuşu sertti ve Tian'ın kelimeleri yüksek sesle söylemesi içinde tuttuğu acıyı açığa çıkarmıştı.
General Theerayuth telefona koşturdu ve hemen ambulans çağırdı.
O sırada büyüyen acıyla Tian yere yığılırken, kucağa alma sırası anneye kalmıştı. Leydi Lalita oğlunun gözlerini yavaşça kapattığını görünce hıçkırmaya başladı, eliyle sol göğsünü tutarken, ıstırap içinde kumaşı sıktı.
Karanlığa dalmadan önce duyduğu son şey, kulağının dibinde hıçkırarak ağlayan annesiydi.
Hoşça kal anne...
*****
OceanWind:
Benim için yeri çoook büyük olan ATOTS noveline başlamasam asla olmazdı. Daha önce ilk bölümünü çevirmiştim ama çeviri farklılığı büyük. Official noveli satın aldığım için baştan çevirdim, iyi okumalar dilerim. Yeni bir kitapla sizlerleyim, umarım en az benim kadar seversiniz ✨
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A Tale Of Thousand Stars
General FictionTayland BL noveli A Tale Of Thousand Stars (1000 Yıldızın Hikayesi) çevirisidir. Gönüllü öğretmen Torfun, geçirdiği bir trafik kazası sonucu hayatını kaybeder. Kalbi ise nakil bekleyen Tian'a verilir. Bir dizi günlük sayfasıyla Tian, onun hayatı hak...