yüz on gün önce

60 10 25
                                    

Kıyıdan yürümeyi hep kendime alışkanlık edindim; kişiliğim yaptım, onsuz yaşayamadım.

Zamanla da ustalaştım. Başardım ince bir çizgide, her türlü kıyıda yürümeyi.

Bağlanmayla ayrılığın, saygısızlıkla saygının, aşkla nefretin ya da tüm o farklı yol ayrımlarının en ortalarındaki uçurum kenarlarından bazen düşecek gibi olsam da yürüdüm; parmak uçlarımda yaptığım cambazlıklar belki etik değildi, ya da ayaklarımın yumuşak yerlerde dolanıp dizlerimin üzerine çökmem utanç vericiydi ama kimse size yolu nasıl geçtiğinizi sormuyordu sonuçta. Hala hayatta olup olmadığınıza; başarıp başarmadığınıza bakıyorlardı.

Lone Oak'a gelene kadar yürüdüğüm tüm kıyılar okyanusların uçurumlara vurduğu falezlerdi zihnimde; sudan pek hoşlanmayan biri olarak suya düşmemek için her şeyi yapardım, ayaklarımla değil beynimle yürürdüm. Bazen güçlü dalgalar olurdu sert kayalara çarpan. Üstüme uçuşan birkaç damla su tüm ruhumu alt üst ederdi. Ama sonra başımı kaldırıp ufka bakardım. Suyun gökyüzüyle birleştiği belirsizlik bana eminim ki serotonin salgılatırdı; yoksa o hazzın nedeni neydi bilmiyorum. Resmen bağımlı etmişti beni sınırda yürümeye o his. İyiyken kötüydüm o yüzden; ahlaklıyken aşağılık, kabayken nazik.

O ufuk çizgisi benim de çizgimdi. Neden ona böylesine bağımlıydım tam olarak bilmiyordum.

Belki de biliyorumdur aslında. Bana her şeyin bir gün biteceğini hatırlatırdı o birleşme çizgisi. Ya da bitirebileceğimi her şeyi, o anda. Sonsuzluğun gerçeklikten uzakta tamamen soyut olduğunu ve sonluluğun ise sürekli ensemizde nefes aldığını bana gösterirdi. Hiçbir şeyin öneminin aslında olmadığını, küçük beyinlerimizde her şeyin anlamını göklere çıkararak tanrıcılık oynadığımızı düşündürtürdü hep. Sonrasında da ben kendimden utanırdım biraz bu düşüncelerle; cidden, kimdim de tanrı sanıyordum kendimi, unutuyordum ölümlülüğümü? Bitecekti işte bu ıstırap. Bir farkım yoktu kimseden. Bir gün gözlerimi kapatacak ve geri açamayacaktım. Tanrı olsam ne yazardı, ölümlü olduktan sonra.

Düşüncelerim dağılsın diye çekerdim gözlerimi ufuktan. Ölümlülüğümü hatırlamış olmak sinirimi bozduğundan aklıma diğer sorunlar üşüşürdü. Ama işte: kıyı burada mucizesini işlerdi üstüme. Tüm o beni yoran insanlar: ailem, okulumdakiler, biraz kendimi kaptırdığım insanlar; ben kıyıya vardığımda öte tarafta kalırlardı. Sanırım bunu sevmiştim. Bağımlıydım işte bu hisse. Bir şeyleri arkamda bırakmanın maneviliği fiziksele dönüyordu. Kendimi ikna etmem kolaylaşıyordu. Ve dünya birkaç an boyunca daha da çekilir oluyordu.

Lone Oak'a geldiğimde okyanusu kaybettim. Ama okyanustan daha iyisini buldum. Hayat. Hayatın kıyısında 'yürümeye' başladım. Genellikle parmak uçlarımdaydı; sessiz olmaya ve düşmemeye çalışarak.

Etrafımdaki yeni insanlar öğretmişti bunu. En iyi yaptıkları şeyi yapamasam yazık olurdu bana. Onlar bunda ustaydılar. Bazen kıyıyı da aşıp koca bir kaderi okyanusa çevirip dalsalar da, ya da ufacık bir iç denizi gök haline getirip süzülseler de gözlerinizi öyle bir boyuyorlardı ki sanırdınız baştan beri sadece kıyıda yalın ayak adımlıyorlarmış sanki. İllüzyon yaratıyorlardı herkesin üstünde; kendinizi bir anda Atina'da bir tragedya izliyormuşsunuz gibi hissederdiniz mesela. Işınlanır, kaybolur, ama sonunda inanan olarak geri dönerdiniz. Yalanlar bile gerçeklik olurdu onların dilinde. Hermes'in ruhu onlarda geziniyor sırasıyla diye düşünürdüm hep onların bu akıcı icraatlerini gördükçe. Hiçbiri de hayal kırıklığına istese de uğratamazdı kusursuz yalanlı tanrıyı.

Hepsinin bu yetenekleri su götürmezdi. Ama Ashton'ı diğerlerinden ayıran birkaç bir şey vardı, tahminimce Hermes onunla daha fazla zaman geçiriyordu. Onun genlerinde bunun yazdığına emindim. Görüp göreceğiniz en buz kanlı tiyatrocuydu o. Başına ne gelirse gelsin o sıkıntıyı sanki alışverişten sonra eve giderken dolu poşeti yırtılmışçasına çözerdi: durur, şöyle bir bakar, uzanır ve toplardı. Sonrasında da her şeyi 'aldığına' emin olur, 'aldıklarını' sıkıca tutup evine yürürdü. Her şey onun için böyleydi. Mimikleri bile oynamazdı, kendine olayın akışına göre kılıf giydirtirdi ve ben onu çok kıskanırdım.

your midas touch || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin