Kimim Ben?

32 5 0
                                    

   1. Bölüm. 
   Dünyanın istilası ardından bütün ülkeler toplanıp büyük bir alan inşa ettiler. Bu alan asya kıtasında, avustralya kıtası büyüklüğünde ve yüksek korumalı devasa duvarlarla çevriliyordu. İnsanlar dünyayı çevrelemiş olan ölümcül yaratıkları yenmek için hazırlanıyorlardı.
   Tek bir amacı vardı. Kendine verdiği bir söz. Bu sözün temeli annesinin ve babasının canice öldürülmesiydi. İnsanlar onların öldürülmesine göz yumduğu için insanlara güvenini kaybetmiş, içine kapanmıştı. "Ailemi öldürenlerin sonunu getireceğim." Bu verdiği fakat nasıl yerine getireceğini bilmediği bir sözdü. 
   Her sabah olduğu gibi bugün de erken kalktı. Yüzünü yıkadı. Kahvaltı için mutfağa gitti, dolaptan bir yumurta bir de günlük sütünü çıkardı. Her zaman kahvaltıyı tek başına yapardı çünkü üvey annesi ve babası geç saatlere kadar çalışırdı. Yumurtayı, ocağın üstüne koyduğu tavaya kırdı. Üstüne biraz tuz attı. Telefonundan haberleri açtı. Bir haberde "4 hafta sonra Özel Askeri Eğitim Okulu'na giriş sınavı yapılacaktır." yazıyordu. Çok az zaman kalmıştı. Yumurtayı yedikten sonra merdivenlerden odasına çıktı. Ok kılıfını, yayını ve eldivenlerini aldı. Merdivenlerden inip bahçeye çıktı. Üvey babasının izin gününde bahçeye aralıklarla 10 tane tahta çakmışlardı. Böylece antrenman yeri burası olmuştu. Burada o kadar çok zaman geçirirdi ki işinde ustalaştı. Ok ve yay çok ilgisini çekiyordu çünkü annesinin en sevdiği spordu. Bu spor annesini hatırlatıyordu. Annesi ve babası öldüğünde henüz 9 yaşındaydı. O gün çok ağlamıştı. Onu bir asker kurtarmış ve yetimhaneye vermişti. Arada onu ziyarete gelirdi. Eline bir ok aldı ve yayına yerleştirdi. Karşısındaki tahtaya bir düşmanmışcasına baktı. Attığı okları hiç kaçırmazdı. Oku bıraktı. Ok havada süzülerek tahtaya saplandığında gülümsedi. Okul vakti gelene kadar çalıştı. Üstünü giydi. Çantasını hazırladı ve kapıya gitti. Kapının üzerinde üvey annesinin ona yazdığı yazıyı fark etti ve eline aldı. Kağıtta: "Sana hazırladığım sandviçleri -masanın üzerinde- almayı unutma. Derslerini iyi dinle. Kendine dikkat et ve bisiklet kaskını tak. Babanla seni çok öpüyoruz. Sevgilerle annen." yazıyordu. Kağıdı çöpe attı ve masadan sandviçleri alıp çantasına koydu. Ayakkabılarını giydi ve evden çıktı.
   Ön bahçelerinde çiçekleri sulayan Bayan Linda ona el salladı. "Merhaba Bulut. Bugün hava çok güzel değil mi?" diyerek derin bir nefes aldı.
   "Günaydın Bayan Linda. Gününüz güzel geçiyordur umarım." dedi Bulut, bisikletinin kilidini açarken. Daha sonra oturdu ve kaskını taktı.
   "Teşekkür ederim. Okulunda başarılar diliyorum." diyerek el salladı Bayan Linda. Bulut da nazikçe teşekkür etti ve oradan ayrıldı. 
   Bayan Linda yan komşuları ve aynı zamanda karşıdaki yetimhanenin müdüresi olan yaşlı bir kadındı. Çiçekleri de çocuklar kadar çok seviyordu.
   Nihayet bir kaç sokak ötedeki okuluna vardığında bisikletini diğer bisikletlerin yanına kilitledi ve okula girdi. Bir kaç kat yukardaki sınıfına çıktı ve arka sıraya oturdu. Herkes kendi halinde sohbet ederken Bulut kulaklıkla müzik dinlemeyi tercih etti. Fakat vakit bile bulamadan biri omzuna dokundu.
   Christopher, "Bakın bizim Bulut gelmiş." dedi. Kendisi kahverengi saçlı, kahverengi gözlü, uzun boyluydu ve sınıfın belalısıydı. Bulut'u daha önce iki kez kıstırmıştı.
   Bulut, Christopher'ın yüzüne nefretle baktı. "Ne istiyorsun?"
   "Bana biraz para ver çok acıktım." Bulut hareket etmeyince "Acele et!" diye bağırdı Crist.
   "Yanımda para yok." Tüm sınıf onları izliyordu. 
   "Bunu daha önce konuştuğumuzu sanıyordum. Neyse, bize bir eğlence çıktı." Christ yanında köpek gibi gezdirdiği arkadaşlarına bakıp sırıttı. Bulut biraz korkarak çantasına daha önce yerleştirdiği bıçağa uzandı. Aklından delice fikirler geçiyordu. Christ yumruğunu hazırladı fakat kolunu birisi tuttu. Bu sefer herkes o kişiye bakıyordu. Sarı saçlı bir kızdı bu kişi. Saçları bir çubukla toplanmıştı ve gülümsüyordu.
   "Sen de kimsin? Engel olmaya çalışırsan seni de döverim." Christ'in bunu söylemesi kızın kolunu bırakmasına sebep olmadı. Kız hala gülümsüyordu.
   "Ben başkanın kızıyım. Beni dövemezsin." Hiç kimse buna inanmamış olsa da kız istifini bozmuyordu. Bulut bıçağı elinden bıraktı. Aptalca bir şey yapmadığı için mutluydu. 
   "Başkanın kızıysan sana yumruk atmak daha zevkli olacak." Christ sırıttı fakat kızın suratı ciddileşmişti. 
   "Eğitimi olan birine karşı birşey yapamazsın." Kızın dediklerine Bulut dahil kimse inanmamıştı. Herkes bu yaşta birinin askeri eğitimini tamamlayamayacağını biliyordu.
   Christ bir anlık cesaretle, "Senin gibi güçsüz bir kız mı beni yenecek? Laflarınla beni korkutamazsın!" dedi. 
   Christ'in bu cümlesinden sonra, kızın şeytan vari bakışları herkesin korkarak bir adım geri atmasına sebep oldu. Kendini bir şey sanan Christ, bunun üzerine arkadaşlarına saldırmaları için işaret yaptı. Kız saçındaki çubuğu çıkardı ve çubuk alevler içerisinde dönerek neredeyse tavana değecek bir tırpana dönüşürken açılan saçını havalı bir biçimde salladı. Daha sonra tırpanı yere koydu ve alevler yerleri duman içerisinde bırakarak yok oldu. Millet hem izlemek hem zarar görmemek için duvarlara yapışıyor ve sınıftan çıkmıyordu. O sırada birden kapının açılmasıyla herkes kapıya baktı. Kapıyı açan öğretmenleri Bayan Rin'di fakat karşılaştığı manzara yüzünden daha sınıfa giremeden geri kaçtı. 
   Kız tırpanı Christ ve arkadaşlarına doğrultarak, "Nerede kalmıştık?" dedi. Fakat yine biri bu sefer kızın kolunu tuttu. Bunu yapan Bulut'tu. Buna kendisi de şaşırmıştı.
   Bulut başını önüne eğdi, "Bunu yaparsan senin de onlardan farkın kalmaz!" dedi. Sesi istemeden biraz fazla çıkmıştı. Kızın şaşırmış gibi bir hali vardı.
   Kız, "Madem öyle bakmayabilirsin." diyerek Bulut'u itti. Bulut kafasını sert bir şeye çarptı. Daha sonra tek hatırladığı bir kaç arkadaşının yanına gelmesiydi.
   Gözlerini okulun revirinde açtı. Yanında sadece bir hemşire vardı. Hemşire işinden hiç memnun değilmiş gibi somurtarak, "Müdür Bey odasında sizi bekliyor." dedi ve kalkmasına yardım etti. Doğrulduğu andan itibaren başına keskin bir ağrı girdi. Yavaş yavaş hatıraları yerine oturunca aniden koşmaya başladı. Kendisini müdürün kapısının önünde bulana kadar koştu. Soluk soluğa kalmıştı. Kapıyı tıklatıp içeri girdi. 
   Müdür Hóng oturmasını işaret etti. Müdür Hóng işini çok seven Çinli bir tarih öğretmeniydi. Bulut'u çok severdi. Bulut bazen müdürün küçük kızını parka götürürdü. Bulut bir süre müdürü bekledi.
   Müdür Hóng bilgisayarındaki işini bitirmiş olacak ki, "İşleri biraz gözden geçirelim." dedi ve devam etti, "Bulut, seni severim. Okul ikincisi sensin. Yani başarılısın ama ezilmemen lazım. Bu Crist'in seni üçüncü kıstırışı oldu demi?"
   Bulut, "Evet öğretmenim. Ama başkanın kızı buradaydı." dedi. 
   Bu Müdür Hóng’a komik gelmiş olacak ki kahkaha attı. Daha sonra, "Başkanın kızı bizim okulda mı? Başını çok kötü vurup halüsinasyon gördün herhalde." derken kapı çaldı ve Crist içeri girdi.
   Müdür Hóng, "Ben de seni bekliyordum Christ. Disiplin öğretmeninin sana verdiği ceza biraz ağır olmuş ama bu yetmeyecek." deyince Bulut, Christ'in kollarındaki morlukları fark etti ve ürperdi. 
   Christ, "Lütfen bizi affedin öğretmenim. Dersimizi aldık." diye yalvardı. 
   Hóng, "Ne dersin Bulut? Onları 1 hafta okuldan uzaklaştırayım mı?" diye sordu fakat Bulut o morluklar yetmezmiş gibi uzaklaştırma cezası almasının biraz ağır olacağını düşündü ve kafasını hayır anlamında salladı. Müdür Hóng, "O halde gidebilirsin Christ. Bu işten yırtmış olabilirsin ama bir daha olursa 2 hafta uzaklaştırılırsın." dedi. Crist odayı terk ettiğinde Müdür Hóng devam etti, "Artık kapının önünde biri olmadığına göre sana önemli bir şey söylemek zorundayım. Ama söylemek yeterli olmayacak gibi görünüyor bu yüzden yarın saat 08.00'de odama gel. Artık çıkabilirsin fakat buradan direk eve git, herhangi bir olaya karışma." 
   Bulut odadan çıktı. Sırt çantası kapının yanındaki deri koltuğun üstüne konulmuştu. Çantayı aldıktan sonra merdivenden indi ve okuldan çıktı. Bu arada havanın yavaş yavaş bozmaya başladığını fark etti ve yağmura yakalanmamak için bisikletine koştu. Kilidini çözdüğünde aceleyle bindi ve sürmeye başladı. Yanından geçtiği parkta bir şeyler olduğunu fark etti. Christ birini daha sıkıştırıyordu. Duymak için yaklaştı.
   Christ, "Onu bana ver!" dedi. 
   "Neden bahsettiğin hakkında hiçbir fikrim yok."
   "Hadi ama beni kör mü zannettin? Ne yaptığını gördüm ve onu istiyorum."
   "Dostum, bırak beni yoluma gideyim. Kimsenin incinmesine gerek yok."
   "O zaman zorla almak zorundayım!"
   Christ cebinden bir çakı çıkarttı. Fakat kullanamadan yanında aniden biri belirdi ve dönerek Christ'e  tekme attı. Christ aldığı darbe sonucu arkasındaki duvara doğru uçtu. Ona vuran kişi bir anda 6 bıçak çıkardı ve fırlattı. Bıçaklar Christ'i kıyafetinden duvara sabitlemişti. 
   Onu sabitleyen kişi yaklaştı ve "Bundan sonra birine karşı birşey yaparsan gelip seni bulurum. Ve o zaman bu bıçaklar etinle buluşur." dedi ve kayboldu. Arkadaki çocuk da çoktan gitmişti. Bulut, Bayan Linda'nın evinin önünden geçiyordu. Bir an içeride silahlı adamlar gördü fakat tekrar baktığında her şey normaldi. 
   Bunlar alışılmadık şeylerdi. Bulut bütün bunlara anlam veremiyordu. Kocaman bir rüyada mıydı yoksa deliriyor muydu? Eve gittiğinde yağmur başladı. Bulut akşama kadar neler yapabileceğini düşündü. Annesinin yaptığı akşamdan kalma hindistan cevizli kurabiye tabağını aldı ve salona geçti. Televizyondan en sevdiği kanalı açtı ve izlemeye başladı. Yavaşça uyku bastırmaya başladı. Bulut o kadar yorulmuştu ki gözlerinin kapanmasına engel olamadı.
   Bayan Violet eve geldiğinde evin çok sessiz olduğunu fark etti. Bulut'un odasına gitti fakat onu göremeyince panik yaptı. Aceleyle evi aradı ve Bulut'u kanepede hareketsiz yatarken gördü.
   Korkuyla, "Bulut!" diye haykırdı. 
   Bulut, "Neler oluyor?" diyerek kanepede oturur vaziyete geldi. Bayan Violet içinde büyük bir rahatlama hissetti ve Bulut'a sarıldı.
   "Sana bir şey oldu sandım! Okulda bir tartışma olduğunu duydum." derken Bayan Violetin gözlerinden yaşlar dökülüyordu. 
   Bulut, "Merak etme anne. Bir şeyim yok. Sadece başım ağrıyordu ama geçti." diyerek üvey annesini teselli etti.
   Bayan Violet ayağa kalktı, "Akşam yemeğini yapmama yardım eder misin." diye ricada bulundu ve mutfağa gitti. Bulut'da hemen peşinden kalktı ve annesine yardım etti.  
   Nihayet masayı kurup birkaç yemekle donattıktan sonra oturdular. Bulut annesinin neden bu kadar endişelendiğini anlamamıştı. Ve de babasının nerede olduğunu. Fırsat bulduğunda sormaya karar verdi. Masadaki sessizliği bozan annesi oldu. 
   "Yarın cumartesi. Gezmeye gitmek ister misin?" dedi gülümseyerek. Fakat Bulut kafasını hayır anlamında salladı.
   "Müdür Hóng yarın saat 08.00'de odasına gelmemi istedi." dedi Bulut. Bayan Violet ne kadar saklasa da Bulut annesinin üzüldüğünü anlamıştı. "Bugün çok üzgünsün. Bir şey mi oldu?" 
   "Neden öyle düşündün ki? Aksine çok mutluyum."
   "Bilmiyorum. Sorun bende. Sanırım deliriyorum. Saçma şeyler görüyorum." 
   "Hayır hayır sorun sende değil. Evet , evet çok üzgünüm. Baban, o gitti. Sınırların dışına." derken ağlamaya başladı. "Ne zaman döneceğini bilmiyorum. Hatta dönebilecek mi onu da bilmiyorum." deyince Bulut üvey annesine sarıldı. "Tek varlığım sensin. Şimdi sen de-" Bayan Violet durdu. 
   "Ben de ne?" diye sordu Bulut.
   "Seni de kaybetmekten çok korkuyorum."
   "Ben iyiyim anne. Babam da iyidir. Onun ne kadar güçlü ve yenilmez bir asker olduğunu biliyoruz." derken Bulutun da endişelendiği sesinden anlaşılıyordu.
   "Haklısın. Boşuna endişeleniyorum. Hem sen de kendini koruyabilirsin değil mi? Adalet Şövalyesi!"
   "Evet efendim! Kendimi, sevdiklerimi ve masum insanları koruyacağıma yemin ederim!" İkisi de gülmeye başladı.
   "Teşekkür ederim küçük şövalyem. Sahi saçma şeyler görüyorum derken ne gibi şeylerden bahsettin?"
   "Maskeli ve silahlı adamlar Linda Teyze'nin evine giriyorlardı." dedi. Annesinin gözleri büyümüştü. 
   "Nedense bunlar delilerin göreceği şeyler değil. Bayan Linda'yı arayalım." dedi ve telefondan rehbere girdi. 
   Bayan Violet, birkaç cümlelik kısa bir konuşmadan sonra telefonu kapattı. Bulut, Bayan Linda’nın telefonu açmadığını anlayacak kadar zekiydi. Annesi, Bulut'a Bayan Linda'nın iyi olduğunu silahlı adamların ise oğullarının bir şakası olduğunu söylemişti. En sonunda yorgun olduğunu söyleyip odasına gitmişti.
   Bulut masayı topladıktan sonra odasına giderken annesinin bağırarak konuştuğunu duydu. Kapının önüne gitti ve dinlemeye başladı.
   Bayan Violet, "Beni anlamıyor musunuz? Toplantıda olsun veya olmasın yüzbaşıyla konuşmam lazım." diyordu. Sesi öfkeli geliyordu.
   Karşıdaki ses, "Tamam hanımefendi. Bağlıyorum." dedikten yarım dakika sonra telefon açıldı.
   "Ben Yüzbaşı Hóng. Şu anda bir toplantıdayım. Daha sonra tekrar aramanızı rica ediyorum."
   "Yüzbaşı! Ben Violet. Oğlum Bayan Linda'nın evine silahlı askerlerin girdiğini söylüyor. Bayan Linda telefonunu açmıyor. Derhal oğlum için bir koruma ve Bayan Linda için asker rica ediyorum."
   Bulut annesini ona yalan söylediğini ve müdürünün yüzbaşı olmasını duyduğunda yıkıldı. Fakat biraz düşününde annesinin onun merak etmemesi için yalan söylediğini ve yüzbaşı ve müdürün aynı isme sahip olabileceğini düşündü.
   "Violet lütfen sakin ol. Bayan Linda şu anda güvende. Sizin için korumayı çoktan ayarladık. Güvendesiniz." 
   "Ah anladım. Teşekkürler yüzbaşı. Rahatsız ettiğim için kusura bakmayın."
   "Hiç önemli değil. Sizi anlıyorum. İyi akşamlar." dedi ve telefonu kapattı.
   Bulut hemen odasına kaçtı ve yatağına girdi. Çok geçmeden annesi kapıyı açtı.
   "Bulut uyuyor musun?" dedi kısık sesle?
   "Daha uyumadım."
   Annesi yatağının kenarına oturup, "Sadece görüşürüz demek istedim. Yarın giderken dikkatli ol. Telefonunu yanına al arayacağım." dedi.
   "Dikkat ederim."
   "Bu ayna da ne?" dedi annesi göstererek. Büyükçe bir aynaydı. "Buraya nasıl gelmiş olabilir?"
   "Bilmiyorum."
   "O zaman ben de yatıyorum iyi geceler."
   "İyi geceler."
   Bulut'un hiç uykusu yoktu. Annesi gider gitmez kalktı ve aynaya baktı. Ayna* ilk bakışta normal gibiydi fakat daha dikkatli bakınca Bulut arkasında bir kız gördü. Korkuyla arkasına baktı fakat hiç kimse yoktu. Kız hala aynadaydı ve gülümsüyordu. Fakat delirdiğini düşündü ve yatağa girdi. Bunların hepsi şizofreni belirtisiydi ve bunu istemiyordu. Şizofreni hastalarının nelere katlandıklarını biliyordu. En iyisi uyumak diye düşündü.
   Sabah erkenden kalktı. Hazırlanıp telefonunu aldı ve aşağıya indi. Annesi henüz çıkmamıştı. 
   "Çıkmadan önce bir şeyler atıştırmak ister misin?" diye sordu. Kahvaltı hazırlıyordu. 
   "Hayır aç değilim."
   "O zaman hazırladığım sandviçleri al. Sevdiğini biliyorum. Acıkırsan yersin." dedi ve sandviçleri Bulut'a uzattı. Bulut sandviçleri aldı ve kapıya doğru yürüdü. Bayan Violet, "Seni benim bırakmamı ister misin?" diye sordu fakat Bulut istemedi. 
   Bulut'un kafası çok karışıktı ve dünden sonra annesine güvenebilirmiydi bilmiyordu. Bulut'un bu davranışların sebebini Bayan Violet anlamıştı ve buna çok üzülüyordu.
   Bisiklet yerine yürümeyi tercih etti. Yol boyunca müzik dinledi. Buraya Müdür çağırdığı için değil, sorularının cevabını almak için gidiyordu. Okula girip Müdürün odasına gitti. Tam vaktinde gelmişti. Kapıyı tıklattı ve içeri girdi. 
   Müdür Hóng, "Hoşgeldin Bulut." dedi. "Sana anlatacağım şeyler için beraber bir yere gideceğiz." 
   "Tamam."
   Müdürün arabasında yaklaşık yirmi dakika yol gittikten sonra Bulut dedi ki:
   "Bana ne anlatacaksınız Yüzbaşı Hóng?"
   "Sen telefonla konuşurken anneni mi dinledin? Sabret Bulut her şeyi yakında anlayacaksın."
   "Artık sabredemem. Dünden beri sayısız şey yaşadım va delirmeye başladığımı düşünüyorum. Neler olduğunu anlamak istiyorum!"
   "Tamam. Sen deli değilsin. Ve birazdan neler olduğunu anlayacaksın. İşte geldik."
   Up uzun bir gökdelendi önünde durdukları bina. Üzerinde Ülkeler Birliği Başkanlık Binası yazıyordu. İçerisinde bir çok insan bir oraya bir buraya koşturuyor, bazıları yere düşen dosyaları toplamaya çalışıyordu. Koşarken biribirine çarpan, kayıp düşen insanlar da vardı.
   "Burası hep böyle mi?"dedi Bulut.
   "İnan bana bu sıralar işler çok karışık. Normalde çok düzenliyizdir."
   Asansörle en üst kata çıktılar. Asansörün 30. Kata çıkması en fazla 5 saniye sürmüştü. Daha sonra birlikte devasa bir kapının önüne geldiler. Kapının önündeki güvenlikler kapıyı açtılar. İçerisi ne kadar bir evden büyük olsa da sadece bir masa ve bir kaç sandalye için kullanılmıştı. Masanın arkasındaki sandalyede takım elbiseli bir adam oturuyordu. Arkası dönük, dışarıyı izliyordu. Masanın üzerinde 'Başkan' yazıyordu. Başkan, sandalyesini onlara doğru döndürdü.
   "Hoş geldin eski dostum. Lütfen oturun. Burayı unuttun sanıyordum Hóng?"
   "Hoşbuldum JJ. Evet buraya bir daha gelmemeyi planlıyordum ama" derken Bulut'u işaret etti ve "Onu tanıyorsun değil mi?"
   "Evet onu tanıyorum. Hoşgeldin Bulut. İzin verirsen kendimi tanıtayım. Ben Joseph Jhonson. Bütün bu duvarların içini yöneten benim." diyerek elini uzattı. Bulut da elini sıktı.
   "Memnun oldum Başkan Jhonson."
   Hóng, "Artık bir şeyleri bilmesi gerekiyor. Son olaydan sonra aklı çok karıştı."
   "Anlıyorum. O halde kızımı çağırırmısın Bulut? Hemen şuradaki kapıdan girince odası orada."
   Bulut kafasını olumlu anlamda salladı ve kapıya yöneldi. Önce kapıyı tıklattı ve kapıyı açtı.
   "Bayan Jhonson girebilir miyim?" dedi fakat içeriden ses gelmedi. İçeri girdi ve etrafa baktı. 'Bayan Jhonson'ın odası ne kadar büyükmüş' diye düşündü. Tekrar "Bayan Jhonson?" diye seslendi.
   İçerisi kitap ve çizgi romanla dolu olan kitaplıklar vardı. Okumayı çok seviyor olmalıydı. Kitapların çoğu eskiydi. Bulut birini aldı ve arkasındaki özeti okumaya başladı. Psikolojik gerilim kitabıydı ve çoğu da öyleydi. Kitabı koymaya çalışırken yanlışlıkla düşürdü.
   "Kim var orada?" dedi arkasından gelen ses.
   "Bayan Jhonson babanız sizi çağırmamı istedi." diyerek arkasını döndü ve onu yatakta pijamalarla görünce arkasını döndü. "Sizi böyle uyandırdığım için özür dilerim."
   "Önemli değil. Sen okuldaki çocuksun değil mi?"
   "Evet öyle." 
   "Buraya nasıl geldin?"
   "Yüzbaşı Hóng getirdi." diyerek kapıya yürüdü Bulut. İlk defa bir kızı öyle gördüğü için çok utanmıştı.
   "Hemen geliyorum."
   Bulut dışarı çıktı ve eski yerine geri oturdu. "Geliyor, efendim"
   "Lütfen, bana sadece Başkan Jhonson de."
   "Emredersiniz Başkan Jhonson." dedi. Hata yapmaktan korkuyordu. Nasıl olsa karşısında başkan duruyordu.
   "Emretmiyorum. Sadece rica ediyorum. Bulut senden bana bir yakınınmış gibi bakmanı istiyorum. Sen benim himayemde çalışan biri değilsin. O yüzden beni üstün olarak görme." derken kızı geldi ve yanlarına oturdu. "Bulut, bu benim kızım Angela. Angela, Bulut'u tanıyorsun. Bugün Bulut'a her şeyi anlatacaksın. Ve onu ekibinle tanıştıracaksın. Gidebilirsiniz."
   İkisi beraber ofisten çıktılar. 
   "Eeveet nereden başlamalıyım ki? Buldum! Ben devlet tarafından kurulmuş gizli bir ekibin başkanıyım. Bu ekibe normal kişiler giremiyor."
   "Siz anormal misiniz? Yanlış anlama."
   "Aslında evet öyleyiz. Ve sende öylesin."
   "Dediğime kızdığından mı böyle diyorsun?"
   "Hayır ben ciddiyim. Yıllar önce biz daha çok küçükken istila başladı ve birçok ülke yıkıldı biliyorsun değil mi?"
   "Bunu bilmeyen yok ki."
   "Aslında istila dediğimiz bu şey bir uzaylı istilası değil. Yani bize göre öyle. Bunu sana ve diğerlerine daha sonra açıklayacağım. Bu istiladan sonra yetim kalan bizler üzerinde deney yapıldı. Bu deney şöyle başladı: Duvarların içine bir uzaylı sızdı ama kontrol altına alındı. Bu uzaylının dişleri anormal derecede parlıyordu. 10 dişinin hepsi yerinden çıkarıldı ve uzaylı öldü. Bu dişler dışarıya öyle bir enerji yayıyordu ki bilim insanları bunları uzaylıları yenmek için kullanabileceklerini düşündü. Bunlardan güç alan beş silah yaptılar. Ve bu silahları da o dişler sayesinde güçlendirilmiş insanlar kullanırsa yenilmez olacaklardı. Dişlerden birinin içerisindeki parlak sıvının neredeyse yüzde beşini bir yetime içirdiler. Fakat sonucu iyi olmadı. Yetim birkaç gün içerisinde hayatını kaybetti. Bir sonrakinde ise damardan enjekte etmeyi denediler. Bu kişi bendim. Bende işe yaradı ve başkan beni evlat edindi. Daha sonra diğerlerinde de işe yaramaya başladı. Fakat son dişi farklı bir şekilde kullanmayı denediler. Senin kalbine direkt enjekte ettiler. Sen dayandın ama konuşmuyor, kendin yemek yiyemiyor, yürüyemiyordun. Felç olmuş gibiydin. Ama doktorlar öyle olmadığını söylüyordu. Resmen ruhsuzdun. İçi boş bir kabuk. Babam senin bir aileye ihtiyacın olduğunu, bunlardan uzak yaşaman gerektiğini söyledi. Seni yetimhaneye yerleştirdi ve çok geçmeden bir ailen oldu. Onlar seni o kadar seviyorlardı ki sen de çok geçmeden düzeldin."
   "İyi de ben bunların hiç birini hatırlamıyorum."
   "Yaşadığın travma yüzünden olabilir. İşte sen busun Bulut. Bizden birisin. Zaten orduya katılmak istemiyor muydun?"
   "Sen bunu nereden biliyorsun?"
   "Ben seni her gün izliyordum." dedi. Bulut'un gözleri bir anda açıldı. Angela, "Sadece görev için." dedi yanlış anlaşılmasın diye.
   "Peki ya odamdaki ayna ne?"
   "Onu ben senin odanı gözetlemek için koydum."
   "Sen beni mi gözetliyorsun?"
   "Sadece güvenliğin için." dedi ve güldü. "Evine girmek o kadar kolaydı ki!"
   "Bu bir suç!"
   "Benim için değil. Neyse, hadi seni ekiple tanıştırayım. Onları çok seveceksin. Yeni bir üyeyi çok iyi karşılarız."
   'Sabırsızlanıyorum' diye geçirdi içinden Bulut. Sonunda onu anlayabilecek arkadaşlar bulmuştu.
  Devam edecek...
    İlk bölüm sıkıcı mıydı?
   Merak etmeyin ikinci bölüm heyecanlı olacak. Anlamadığınız, merak ettiğiniz bir şey varsa sormaktan çekinmeyin.(İsim telaffuzları, karakterler hakkında vb.)
   Yazım-noktalama yanlışım varsa lütfen düzeltmem için bilgilendirin.
   Bu arada sizden aklınızda tutmanızı istediğim bir kelime var "Ayna" 



İmha Birliği: Büyük YıkılışHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin