İlk Görev

13 2 0
                                    

4.Bölüm
   Yaklaşık iki dakika içerisinde güvenli alandan çıkıp yürümeye başladılar. Planları belliydi. İki saat içerisinde 8 kilometre yol alacak ve dinleneceklerdi. Yeterince dinlenince yürümeye devam edecek ve çiftliğe ulaşacaklardı.
   Herkes harap olmuş çevreye bakıyordu. Ağaçlar devrilmişti. Etrafta hayvan yoktu ve kuş sesleri yoktu. Tek ses meltemin yerdeki çimlerin üzerinde çıkardığı sesti. Eski dünyadan eser kalmamıştı. 25 kişi ilerliyorlardı. Yirmi kişinin başı olan genç daha fazla sessizliğe dayanamadı. Lakabı biçiciydi.
   "Bundan yıllar önce seçildik ve dışarısı için hazırlandık. Sadece birkaçımız silah eğitimi aldı çünkü buna ihtiyacımız yoktu. Bizim öğrendiklerimiz tarım, zararlı yiyecekler gibi şeylerdi."
   "Biz de bunları öğrenmedik." Dedi Alice. "Bizim tek yaptığımız şey savaşmak. Sizinki daha zor"
   Biçici:
   "Aslında sizinki daha zor. Bundan sonra savaşmaya devam edeceksiniz."
   Alice:
   "Siz de bundan sonra ekip biçmeye devam etmeyecek misiniz?"
   "İkisi de zor ama el verip üstesinden geleceğiz." Diye araya girdi Bulut. Herkes bunu onayladı.
   Uzun süren yürüyüşün ardından durdular. Ateş için odun toplamak ve etrafı gözetlemek için ikiye ayrıldılar. Bulut odun topluyordu. Ağacın altından birçok dal ve kozalak buldu. Gidip bıraktı. Angela ve Ryutaro'nun yanına gitti.
   Bulut:
   "Ne yapıyorsunuz?" Dedi. Angela kolundan tutup aşağıya çekti ve karşıyı gösterdi.
   Angela:
   "Sessiz ol." Karşıda kocaman bir canavar keskin kollarıyla otları kesip kolundaki hazneye dolduruyor ve daha sonra kafasınını ortadan ikiye yararak açılan ağzına döküyordu.
   Bulut:
   "Ya buraya gelirse?" dedi endişeyle.
   Ryutaro:
   "Buraya gelmez çünkü bu tarafta fazla çimen yok." Karşıdaki canavar yavaş yavaş onlardan uzaklaştı. Ardından Angela ayağa kalkıp gitti.
   Bulut:
   "Angela'ya fazla soru sorarsam bana kızar mı?" 
   Ryutaro:
   "Üç soruyu geçmemeye çalış." dedi ve o da gitti. 
   Bulut da Angela'nın yanına koştu.
   "Sana üç soru sorabilir miyim?" 
   "Tabii ki sorabilirsin." Dedi Angela. Bulut düşünmeye başladı. "1.den başlayabilirsin."
   "Ben ne zaman senin gibi olacağım?"
   "Hmm şeyden bahsediyorsun. Ama bizim Bulut'umuz çok küçük bunu kaldıramaz ki." Diyerek yanaklarını sıktı. Bulut kollarını tutup kaşlarını çattı. "Tamam tamam. En az üç ay çalışmalısın."
   "Üç ay çok fazla değil mi? Neyse. İkinci sorum aynanın gücünü görebilir miyim?"
   "Hmm peki. Ama Alice'i de çağıralım. O da bilmiyor. Alice!" Diye bağırdı. Alice hemen geldi. Angela ona da söyledi. 
   Birkaç adım yürüyerek çalıların arkasına geçtiler. Burayı kimse göremezdi. Sanki özenle seçilmiş gibi kusursuz bir yerdi. Angela onlara burada kalmalarını söyledi ve ağaçların arkasına geçti. Alice ve Bulut sabırsızlanıyordu. Ağacın arkasından fotonlar parladı. Angela geri geldiğinde elinde küçük bir ayna vardı. 
   "Bu aynanın adı- bir dakika. Benim duyduğumu siz de duyuyor musunuz?"
   Ses çalıların arasından geliyordu. Yavaş ve temkinli bir şekilde oraya yaklaştılar. Herhangi bir tehlikeye karşı hazırlardı. Fakat çalı da o kadar büyük olmadığından tehlikenin de büyük olduğunu sanmıyorlardı. Sesin kaynağına iyice yaklaştılar. Bu ses önemsenecek bir şey değildi çünkü kaynağı Austin'den başkası değildi. Angela küplere binmeye başlamıştı:
   "Sen ne yaptığını sanıyorsun burada!" diye bağırdı. Angela tarafından yakasından kaldırılarak uyandırılan Austin neye uğradığını şaşırdı. Angela'nın her zamanki iyimser halinden kızmaya başlayınca eser kalmıyordu. 
   Austin bunun kabus olmasını diledi. Kekeleyerek "B-ben çok yorgun düştüm." dedi. Fakat Angela onun bu sözüne inanmamış olacak ki kafasına vurarak yere yıktı. Ardından hiç bir şey olmamış gibi diğerlerinin yanından geçerek daha önceki yerini aldı. 
   Bulut ve Alice yerde yatan tembelliği aşırı abartan çocuğun yerden kalkmasına yardım ettiler. Evet, Austin hakkındaki düşünceleri ikisi için de aynıydı. Hemen Angela'nın yanına gittiler. O ise beklemekten o kadar sıkılmıştı ki hemen söze başladı. 
   "Yerdeki çiçeği görüyor musunuz?" Parmağıyla işaret ettiği yönde bir papatya duruyordu. "İşte, şimdi onu kopyalayabilirim ama size gösterdikten sonra kopyayı öldürmem gerekecek çünkü kopya o küçük papatyanın hayatını zehir edecek." 
   Aynayı yere koydu. Ayna çiçeğin boyutuna kadar büyüdü. Daha sonra yüzüstü yere düştü. Angela ayna yerden kaldırdığında papatyanın aynısı toprakta duruyordu. Artık 2 papatya vardı. Fakat Angela dediğini yapıp kopya papatyayı ayağıyla ezdi.
   "Çiçeğin klonunu bir virüs gibi düşünün. Ne canlı ne de cansız. Ayna için ne çiçek önemli ne de klonu. Aynanın oluşturduğu klon, aslını öldürmek için programlanmış bir robot gibidir. Aslı ölürse ortadan kaybolur. Sonuç olarak ayna düşmanımızı alt etmemizi kolaylaştıracak."
   Herkes ne diyeceğini bilemiyordu. Çünkü gerçek olamayacak kadar harikaydı. 
   "O zaman daha fazla klon yaparsak yenilmez olabiliriz." dedi Bulut heyecanla. Küçük bir çocuk gibiydi mutluyken. Ancak Angela başını salladı. Sağa ve sola.
   "Maalesef bu imkansız. Ayna yoktan var edemiyor. Bunun için taşıyan kişinin aurasını kullanıyor. Klonlar ne kadar büyük olacaksa o kadar fazla. Bazen teki bile beni bitkin düşürüyor."
   "Anladım. Fakat öyle acıktım ki beynim bunları sindiremiyor." diye araya girdi Austin karnını tutarak.
   "Peki öyleyse. Size anlatacaklarım da bu kadardı zaten. Hadi geri dönelim."
   Hep birlikte diğerlerinin yanına gittiler. Yemek hazırdı. Aşçı dışında kimse yemeği bilmiyordu fakat beğenmiş olmalılar ki kimse sorgulamıyordu. Yemek bol sohbetli geçti. Bulut ve Alice kendilerine ait olacak eşyanın ne gibi güçlere sahip olacağı hakkında konuştular. 
   Nihayet yemek ve temizlik işleri bitince tekrardan yola koyuldular. Austin ile beraber 5 kişiyi dinlenme alanında bıraktılar. Kimseden çıt çıkmıyordu… Yolda bir çok engel vardı. Patika yolda tek sıra halinde ilerliyor, bazen yollarının üzerindeki devrilmiş ağaçların üzerinden atlıyor bazen  de yüksek kayaları tırmanıyorlardı. İncecik yolun bir tarafı uçurum kadar dik bir yamaç, diğer tarafı da uzun bir dağdı. Angela bu rotayı tehlikeli sorunlarla karşılaşmamak için seçmişti. Burada ağaçlar yeşildi. Tek tük de olsa kuş sesleri duyuluyordu ve aşağıdaki vadiden akarsuyun sesi geliyordu. Bulut düşüncelere dalmıştı. ‘Demek canavar eli değmeyince dışarısı böyleymiş. Huzur dolu ve sakin. İçerideki herkes bu huzura kavuşmayı hak ediyordu.’ Onu bu düşüncelerden Alice ayırdı.
   “Ne kadar güzel öyle değil mi?”
   “Evet ilk kez böyle bir şey gördüm.” dedi Bulut. Alice bir anda gülmeye başladı. “Neden gülüyorsun?”
   “Kafanda bir kelebek var?”  
   “Gerçekten mi?” diyerek elini başına götürdü. Kelebek korkup uçuverdi.
   “Ama korkuttun onu. Daha çok bakmak isterdim.”
   Angela da arkasını dönüp:
   “Merak etme. Zamanla daha çok göreceğine eminim. Ama önce dünyamızı geri almalıyız.”
   Herkes bu sözlerle cesaretlendi. Yollarına tırmanamayacakları kadar büyük bir kaya çıkınca aşağıya doğru ilerlemeye karar verdiler. Dikkatlice birbirlerinden yardım alarak ilerlediler. Gittikçe yol genişlemeye, engeller azalmaya başladı. Uzaklarda bir ev göründü. Yanında bir yel değirmeni ve tahıl ambarı vardı. Sonunda aradıkları çiftliği bulmuşlardı. Çitlerin üzerinden atlayarak içeri girdiler. Planları belliydi. Tohum ve sağlam her ne varsa alacaklardı. Dağıldılar. Ne de olsa fazla zamanları yoktu. Bulut yel değirmenine girdi. İçeride birkaç un çuvalı vardı. Bunları dışarıya sürüklemeye başladı. Bir ses duydu. Fazla uzaktan gelmediğine emindi. Etrafa baktı. Yel değirmeninin arkasına dolaştığında bir atla karşılaştı. Bir şekilde hayatta kalmıştı ve yaşlı da değildi. Bulut ilk defa gerçek bir at görmüştü. Ona doğru elini uzattı. At hiç tepki vermeden sevmesine izin verdi. Ryutaro yanına geldi.
   “At bulmuşsun. Torbaları taşımamıza yardım edebilir. Onu diğerlerinin yanına götür.” 
   “Tamamdır.” 
   Ryutaro un çuvallarını rahatlıkla taşırken Bulut atın ipinden tutarak evin yanına doğru ilerlemeye başladı. Herkes ata heyecanla bakıyordu. Alice de koşarak yanına geldi.
   “Vay canına. Yaşayan bir at bulmuşsun. Ahırdaki hayvanların hepsi ölmüş.”
   “Ne kadar korkunç.”
   “Onları öldüren her neyse gelmeden buradan gitsek iyi olur.”
   Arkadan Angela onu çağırıyordu. Bulut’a tohum çuvallarını taşımasını söylemişti. Burada en az 10 çeşit sebzenin tohumu vardı. Bulut çuvallardan birini aldı ve taşımaya başladı. Herkes canla başla çuval taşıyordu. Alice’in ona bağırdığını duydu fakat söylediği kelimeye anlam veremedi. ‘KAÇ!!’ Bulut arkasında yükselen çığlıkları duydu. Başını çevirip omzunun üstünden baktığında içi bembeyaz gözlerle karşılaştı. Canavar iki metre kadar ileride ona bakıyordu. Bacakları bedeninden ayrılacakmış gibi duruyordu. Bulut o anın verdiği korkuyla yerinden kıpırdayamadı. Canavar büyük ve keskin kollarıyla ikiye ayırdığı gencin kanı ağzından akarken sırıtıyordu.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Nov 21, 2021 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

İmha Birliği: Büyük YıkılışHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin