-2011-
Yirminci yaşımın ilk gününü nerede geçirmek istediğimi sormuş olsaydınız, alacağınız cevap asla üniversite gezisi olmazdı.
Gerçi doğum günlerimi pek kutladığım söylenemezdi. Hele de normalde alkol kullanmayan ve hatta nefret eden babamı, her seferinde bir önceki yıla göre daha da sarhoş gördüğümde içimi kaplayan acıyla kutlayamıyordum.
Nedeni gayet açık. Doğumda ölen bir anne ve ona her zaman aşık yaşayan bir baba.
Babam, çalıştığı turizm şirketiyle Yunanistan'a gittiğinde, kaldıkları otelde çalışan anneme resmen tutulmuş. Sarı saçları uzun ve dalgalıymış; masmavi gözleri ve gür kirpikleriyle dikkat çeken, çok güzel bir kadınmış. Onu görür görmez, ailesinin evlatlıktan reddedeceği söylemlerini bile umursamadan, Yunanistan'a yerleşmiş. Ardından da evlilik teklif etmiş. Evliliklerinin dördüncü yılında ise ben doğmuşum.
Sonrası, dünyadaki ışığınızı sizden alan ve karanlığa hapseden bir bebek. Suçsuz ama bir o kadar da suçlu. Annesine benzeyen, her baktığınızda onu hatırlatan, ve dünyada en değer verdiğiniz kişiden geriye kalan son miras. Beraberinde gelen yalnızlık.
Babamın beni sevmediğini düşünmeyin, hiç bir zaman nefret görmedim gözlerinde. Bana karşı sevgisi çok büyüktü, her fırsatta belli ederdi. Ama sevgisinin önüne geçen bir şey varsa kesinlikle korkuydu. Nedenini biliyorum dersem yalan olur...
Babamın anlattığına göre annemin hamileliği ilk aylarda bile tehlikeliymiş. Bebeği aldırması gerektiği konusunda annem hariç herkes hemfikir olsa da, o doğmamı istemiş vazgeçirememişler.
Bile isteye ölüme gitmek ne tuhaf şey.
Başımı arkaya yaslayıp rahatsız otobüs koltuğunda kımıldandım. Geceden beri bu otobüsün içinde yolculuğun bitmesi için dua edip duruyordum. Eylül ayının ilk günü, böyle bir sıcakta kim okul ile gidilen bir gezide olmak isterdi ki?
Üniversitenin, üçüncü sınıf öğrencileri için yeni güz dönemini kutlamak amacıyla organize ettiği bir geziydi bu.
Ankara'nın bilinen ve oldukça da tercih edilen özel bir üniversitesinde tam burslu ekonomi okuyordum. Sevdiğimden mi yoksa "bu üniversitenin hangi bölümü olursa olsun gideceğim" dediğim için mi yazdım, bilinmez. Yine de şikayetlenemezdim nitekim zamanla okuduğum bölümü sevmeye başlamıştım.
Derin bir nefes verip kafamı cama çevirdim. Yeni aydınlanmaya başlayan hava, beni bu otobüsten kurtulacağım için heyecanlandırsa da, saate baktığımda Didim'e varmak için hala bir buçuk saatimiz olduğunu fark ettim. Ellerimi yüzüme bastırdım ve sinirle ofladım. Siz hiç 9 saat, havasız bir otobüste oturmuş muydunuz?
Bir de herkes uyuyup, sabahki gezi için enerji biriktirirken, toplum içinde uyumaktan korktuğunuz için bütün geceyi baykuş gibi oturarak geçirseydiniz şikayetlerimi anlardınız.
Nida'ya dönüp hala uyuyor mu diye baktım. Hem de ne uyumak!
Onu biraz iteledikten sonra kulaklığımı takıp başımı bozuk televizyona yasladım ve kafamın içinde şarkıya eşlik etmeye başladım.
🍃🍃🍃
"Gerçekten uyku fobisi olanı da ilk kez duyuyorum. Bütün gece oturdun mu sahiden?"
Valizleri otobüsün bagajından indirmeye çalışan yardımcı gülümseyerek, işaret ettiğim valizi alıp uzattı. Nida'ya döndüğümde hala suratıma bakıyordu.
"Evet, oturdum. 30 kişi aynı yerde nasıl uyuyabilirsiniz ki?"
Göz devirdi. "Anormalliği normal, normali anormal yapma huyların yok mu..." dedi nefesini hızla dışarı verirken. "Şimdi bütün gezi uyuklayacaksın, gezdiğimizi bile anlamayacağız."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KEHANET ~ 1991
Fantasy"Gelme peşimden!" dedim adımlarımı hızlandırırken. "Yanında olmak zorundayım, bunu sen de biliyorsun." dedi sakince, arkamdan yürümeye devam ederken. "Çok saçma! Duydun mu beni bu çok saçma! Belki de kafayı yiyorum. Halüsinasyonlar görüyorum." Old...