bukowski diyor ki;
"hatalarını telafi etmeye çalışan birine
geçmişteki hatalarını hatırlatmayın.
bu, düştüğü yerden kalkmaya çalışan birini
tekmelemekten farksızdır." ✵(bölüm bitene kadar bu şarkıyla yazdım, sizler de bu şarkıyla okuyabilirsiniz.)
Deadalus, Minotaur adasına yani Crete adasına gönderildikten sonra sarayın efendisi Minos için çalışmaya başlamış ve bir süre sonra Ikarus'un annesi köle Naucrate ile evlenmiş. Efendi Minos, Deadalus'tan, kokunç yaratık, yarı insan yarı boğa olan ve ismi 'Minos'un boğası' anlamına gelen Minotor'u zapt etmek amacıyla bir alan inşa etmesini istemiş. Deadalus zekasını ve esnaflığını kullanarak içeri girenlerin çıkamayacağı, içerdeki Minotaur'un da asla dışarıyı göremeyeceği bir labirent inşa etmiş. Deadalus bu işiyle çok övünüp, efendisi tarafından da tebrik edilmiş ve uzun zaman sonra mutlu olduğunu hissetmiş. Fakat Efendi Minos, Minotaur'un varlığını halktan ve diğer dış dünya insanlarından saklamak için Minatour'un varlığını bilen Deadalus ve ailesini hapsetmiş. Deadalus'un karısı Naucrate bu hapis hayatına dayanamamış ve ölmüş. Deadalus oğlu İkarus'la baş başa kalmış.Deadalus bu hapis hayatından kaçıp, tekrar özgür olmak istediği için düşünmeye başlamış. Ne topraktan yürüyerek ne de denizden yüzerek burdan kaçaması imkansızmış, yani geriye tek seçeneği olan uçarak kaçması gerekiyormuş. Deadalus, kuşların hapis hücresine düşen kanatlarını zamanla toplaya toplaya birsürü tüy biriktirmiş. Tek sorunu onu nasıl bir kanat haline getireceği. Işık veren mum aklına gelmiş, mumu tüylere akıtıp onları bir kanat haline getirmiş ve oğlu Ikarus ile beraber Minotaur adası olan Crete'den ve beraberindeyse Minos'tan kaçmaya hazırlanmışlar.
Deadalus ve Ikarus kaçmaya hazırlanırken Deadalus, Ikarus'a güneşe çok yakın uçmamasını çünkü kanatlarının balmumu sayesinde bir arada olduğunu, güneşe yaklaşırsa eriyeceğini söylemiş. Ikarus bunu dikkate alıyor gibi görünse de kendisi sadece bir insanoğlu olduğu için bir kez havalanmaya başlayınca kendisini durduramamış, bir tanrı gibi hissetmiş ve yükselmeye başlamış. Daha da yükseğe çıkmayı, cennete ulaşmayı, güneşe dokunmayı istemiş. Sahip olduğu bu nadir yeteneği en üst seviyede kullanmış ve zevkine yenilip güneşe çok yaklaştığı için balmumu kanatları erimiş ve Ikarus Ege Denizine düşüp hayatını kaybetmiş.
Ikarus zevki için hayatını gözden çıkarmaya zaten çoktan karar vermişti. İstediği şey sadece özgürlüktü, belki de bir kereliğine tanrı gibi hissetmek.
Tıpkı şu an yosun yeşili gözlere kayıtsız bakmam gibi. Karşımdaki tanrı korkusuzca gözlerime bakabiliyordu. Bana bakan o gözleri kıskandım, tanrı olmak nasıl bir duyguydu? Ben de tanrı olmuş olsaydım böyle korkusuca gözlere bakabilecek miydim?
"Bir tanrının gözlerinin içine bakmak yasaktır." Tok sesi karanlıkta yeniden yankılandığında kendime gelebilmiştim.
Etraf karanlık, yeşil olan tek şey gözleri. Koca bir karanlığın inadına yeşermek isteyen dört yapraklı yonca gibi hissettiriyordu gözleri.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Apollon & Daphne ✓chanbaek
Fiksi PenggemarSu perisi olan Daphne, evlenmemeye ant içmiştir. Apollon, Peneus Irmağı'nın kıyısında Daphne'yi görür ve aşka tutulur. Umutsuzca, kör kütük aşık olan Apollon Daphne'nin peşini bırakmaz. Daphne kaçar, Apollon kovalar. Gücünün bittiği yerde Daphne Top...