Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Bir, iki, üç......yetmiş üç, yetmiş dört....iki yüz....
Düşen damlaları sayacak kadar delirmiştim.
Hani derler ya, bir seyin kaybedince farkına varırsınız değerine diye. Ben benimleyken de değer veriyordum ona ama haksızlık değil miydi şimdi gitmesi ?
Boş gözlerle hâlâ damlaları sayarken, arkadan gelen ayak sesleri duymuştum.
Kimdi bilmiyordum. Umrumda da değildi. Çünkü şu an yanımda olmasını istediğim tek biri vardı.
" Lisa ?" dedi tekrar ben bir şey demiyince. " Bak biliyorum, üzgünsün ama böyle yaparak sadece kendini yıpratıyorsun. Hem Taehyung daha gitmedi"
" Ne ?"
Gözlerimi, pencereden çekip ona döndüm. " Daha gitmedi mi ?"
Hayır anlamında başını salladı.
" Neden ?" dedim ağlamaktan kısılan sesim ile.
" Çünkü uçağı rötor yapmış. Çocuklar havallimanında, onun gitmemisi için uğraşıyor ama muhtemelen...."
Jisoo'yu dinlemeden ayağa kalkmıştım. Gittiğini sanıyordum. Hâlâ burdaysa ona en azından...doğru düzgün veda etmek istiyordum ona.
Hızlıca, üzerime montumu giyindim, Jisoo peşinden bir şeyler söylüyordu. Sanırım yetişemezsin gibi şeyler. Ama onu dinlemiyordum. Hızlıca evden çıktığımda, onu tekrar görecek olmanın sevinci, ve gidecek olmasının üzüntüsü ile karmakarışık şeyeler yaşıyordum.
Yanıma aldığım telefonumu açıp Jungkook'u ararken, bir yandan da taksiye biniyordum. Sadece geç kalmamış olmayı diliyordum. Çünkü ona veda etmeden gitmesini istemiyordum.