𝟙

565 57 56
                                    


Güneş baharın dumanlı bulutları ardında kalmış rüzgarlar yere serilmiş iri yağmur damlaları usul usul yeşil bahçe örtüsüne, soğan ve başka sebzelerin olduğu çıplak toprağa, çitlere dayalı gül sarmaşıklarına, kolları yola ve yan evin bahçesine uzanan gül ağacına, iki katlı küçükçe evin betonarme damına, damdan pencerelere kadar sarkan üzüm salkımlarına artık klik sesiyle açılan şemsiyenin naylonumsu bezine de farklı tonlardan ve farklı bestelerden kopup düşen notalar gibi çarpıyor, darmadağın oluyordu. Beyaz, Labrador retriever türü dişi köpek ise tahta evinde yatıyor yem ve su kabı ağzına kadar doldurulmuş olduğu halde başını kaldırmış dikkatle toprağa sabit portatif şemsiyeyle uğraşan sahibine bakıyordu.

"Gladiolus, tatlım yemeğini yer misin?"

Gladiolus tepki vermek yerine sahibine bakmaya devam ettiğinde Louis onun bir şey demek istiğini düşünüp başını eğdi. Uzamış sakalları sert yüz hatlarını örtüyor, henüz taramadığı saçları alnından dökülüyor, üzerindeki eşofman ve tişört verimliden ziyade hareketli geçen gece uykusu yüzünden kırışık. Şu sıralar sürekli kabus görüyor, rahat uyku nedir unutmuş halde, en fazla beş saat tutabiliyor kendisini yatakta. Bitkindi bedeni, aklı, duyguları. Gladiolus ve büyük annesinin bahçesi olmasa çoktan bitmişti hayatı. Derince nefes aldı, küçük su damlaları saçlarına, omzuna, yüzüne çarptı ve bahar yağmurunun etrafa saçtığı ıslak toprakla karışık çiçek kokusu üzerine sindi. İnce dudakları yavaşça kıvrıldı, şu sıralar nadiren gülümserdi ve bunun da genelde tek bir sebebi olurdu. Gladiolus heyecanlı bir kafa hareketiyle dilini çıkartıp karşıyı işaret ederken havladı.

Sabahın altısı, etrafta kimseler yok, kuşlar kaçmış evlerin pencereleri sonuna kadar açık. Tereddüt etmeden omzunun arkasından yan bahçeye baktı. Adalarındaki güllerle kaplı beyaz çite dayanmış ahşap masanın yanındaki şemsiye de açıktı. Yeni açılmıştı.

Bu şemsiyeleri yaklaşık üç ay önce şehir pazarından birisini kendisi için diğeri ise sevgili komşusu ve bakıcısı için almıştı. Köpeğine döndü, dostu.

"Gladiolus meleğim, ilgin için teşekkürler."

Dışarıdan gelen köpek havlaması açık pencereden içeriye sızarken Martha ince örtüsünü açan gence dikti yaşlı gözlerini. Ne zaman yağmur yağsa ağlardı, mavi gözleri kendiliğinden dolar kırışmış çökmüş yüzünden zorlukla süzülürdü küçük damlalar. Kalbi hep kırık, göğsü yanardı cayır cayır ama sıkıntının kalbinde olmadığını beyninde olduğunu söylemişti tüm doktorlar. Canlı su taneleri açık camdan ölü kollarına çarptığında onları hissedemedi, bir damla yaş daha süzüldü gözlerinden. 87 yaşındaydı Martha, yatalaktı ve şu doktorların sorun dedikleri tümör beyninde oldukça yayıldığı için neredeyse hiç hareket edemiyor konuşamıyordu.

"Şanslı günümüz, baksana hem hava güzel hem yağmur var, en sevdiğin."

Yine de Tanrıya şükür Harry ile hep anlaşabilmişti. Bembeyaz olmuş dökülen saçlarını tarardı her gün, aynı şarkıyı söylerdi elbiseler alıp ona giydirirken ve kitap okurken oldukça iyi bir anlatımla yapardı bunu, sürekli konuşurdu, hep gülümserdi, yağmur yağdığında ise koltuklara minder koyar sonra alırdı Martha'yı kucağına tekerlekli sandalyeyi ikisi de sevmediği için onu bahçeye kadar kendisi taşırdı, ince battaniyelere sarılır toprak neredeyse kuruyana kadar orada kalırlardı. Ah bir konuşabilse neler neler söylerdi Harry'e, kolları tutsa nasıl sarılırdı, bacaklarını hissetse nerelere giderdi yanında. Eğer Tanrı bir dilek hakkı verseydi Harry'nin öz oğlu olmasını dilerdi. Böylece onunla sağlıklı günlerini de paylaşırdı? Hem Harry hiç terk etmezdi annesini.

Gamzelerini göstererek gülümsedi. Omzuna dökülen karamel renkli saçları kıvır kıvırdı ve yüzü ışık saçıyordu.

"İyi ki beyaz elbiseni giydin, o sana çok yakışıyor."

Neredeyse tüy kadar hafif kadını kucağına alarak ayağa kalktı. Üzerindeki lale desenli gömlek Martha'nın oğluna aitti, onun her şeyini Harry'e vermişti, odası da dahil. Ne yapacaktı ki başka?

Açık kapıdan çıktılar, onlarca yağmur damlası düştü üzerlerine, üç dört adımda banka geldikleri zaman ise Harry şemsiyenin altına oturttu yaşlı kadını, ellerini kucağında birleştirdi ve yanına destek yastıkları koydu, koltuklar fazla rahat ve çukur olduğu için Martha rahatça oturabiliyordu. Derhal mendilini çıkarıp kadının göz yaşlarını dikkatle silmeye başladığında buruk bir ifade çöküverdi simasına. Göz kapakları tembelleşti, dudaklarını büzmemek için çenesini sıktı. Oğlu, kendisini hasta ve yaşlı bir halde terk ettiği içindi tüm hüznü biliyordu ama nasıl olurdu anlamıyordu, kabul de edemiyordu. Ne korkunç, ne saçma!

Başını iki yana sallayıp iç çekerek kendisini de koltuğa attığında masanın üzerindeki goncayı fark etti. Yeşilleri anında karşı evin bahçesine kayarken ışıltıyla dolmuştu. Dudakları aralandı, etrafa bakındı hızlı hızlı. Yağmur damlaları masaya vuruyordu, goncanın yapraklarına.

Louis köpek kulübesinin önündeki su kabını doldurmak için girdiği evden çıktığında Harry'nin gözleri de aradığını bulmuştu. Uzanıp masanın üzerinden aldığı goncayı burnuna götürdü, onu izlemeye devam ediyor yüzündeki aydınlanmaya zıt bir şekilde somurtuyordu.

"Bir gonca daha."

Güllerle doluydu bahçesi ama o asla açmış bir gül vermezdi Harry'e. İç çekti. Neden?

Martha'ya döndü. Kadın uzaklara dalmıştı çoktan. Konuşmadı, tekrar Louis'e baktı. Kendisi üç yıldır buradaydı o ise altı ay. Geldiğinde bu ev, bahçe ölüydü şimdi ise varlığıyla hayat veriyordu mahalleye, Harry'e... Martha'nın en yakın dostu, Bella'nın torunuydu Louis Tomlinson, aylar önce büyük annesi Bella da dahil tüm ailesi trafik kazasında öldüğünde sahip olduğu şirketi devredip buraya yerleşmişti. Çiçekleri seviyor, köpeğiyle geziyor, pek kimseyle konuşmuyor ama kendisini hep Harry'e hissettiriyordu.

Kimi zaman bir fincan çay veriyordu eline, kimi zaman şu goncalardan, kimi zaman da kitaplarından. Harry de ona yaptığı yemeklerden götürüyor, Gladiolus ile oynuyor ve aldığı kitapları hızla okuyup iade ediyordu.

Ondan fena halde hoşlanıyor hatta maalesef onu seviyordu Harry. Ama Louis sadece goncalarına kıyıyor asla güllerinden vermiyordu. Açmadan kesiyor, kestiğini uzatıyordu. Gözleri yandaki çitlerden sarkan güllere takıldı. Ne vardı gül verseydi? Onlar aşk demekti. Ya gonca? Bu konu hakkında adam akıllı bir şey bilmiyordu tamam, sadece gül istiyor işte.

Yağmur damlaları sonuna kadar açık kırmızı yapraklarda gururla parlıyor, tek tek damlıyor yere ve öyle güzeller ki hepsi, bir tanesini bile alsa havalara uçar Harry.

Başını kaldırıp tekrar ona baktı, göz göze geldiler. İkisi de herhangi bir mimik oynatmıyor, yeşiller teması bozup goncasıyla Martha'dan tarafa dönene kadar. Ağlamaktan nefesi kesilen Martha'dan tarafa.

"Belki de senin dediğin gibi ona kırmızı laleler* almalıyım. O zaman anlar beni."

Kıkırdadı sessizce, ona kırmızı laleler almayı çok istiyordu Harry ama annesi, babası, kardeşleri, büyük annesi kimi varsa aylar önce kaybetmiş bir adama bunu yaparsa ne kadar normal karşılanır bilemiyordu. Tek çekincesi buydu, korkuyordu karşılık alamamaktan, ondan bir daha gonca bile alamamaktan.

Çiçeği tekrar kokladı. Martha koklasın diye ona da uzattı. Sonra kadının gözlerindeki yaşı sildi ve konuyu kapattı.

Kırmızı lale, seni seviyorum demek.

Sınava kaç gün kaldı, bilgisayar bozuk ve ben kontrol etmeden gece yarısı yeni kitap yayımlıyorum wşsşqşşd ah ah! Asla akıllanmayacağım.

Kısa bir hikaye yazayım dedim, ortaya bu çıktı, her kitapta yazı tarzı değiştirdiğim için de başta garip ve yetersiz gelebilir (bana da öyle geliyor) ama umarım güzel ilerler...ve medya ✨

Rosebud / LS Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin