Entwine, Lost in my denial ✨
๑
Martha zengin bir ailenin çocuğuydu, en iyi okullarda okumuş en güzel kıyafetleri giymiş en pahalı ülkelere gitmişti. Gençliği rüya gibiydi. Çok güzel bir kızdı, simsiyah saçları ve mavi gözleri vardı. Pahalı hayatının zirvesinde, yirmi sekizinde, aşık olunca evlenmiş daha mülayim bir hayat seçerek bu eve yerleşmişti. Hamileliği rahattı, Denis ile süren evliliği ve hayatının kalanı da. Eşi daha kırkında öldüğünde ise Martha tekrar ona kavuşacağının bilince bir yas tutmuş kesinlikle yeniden evlenmemişti. Tek varlığı sarı saçları, sıcak ela gözleriyle aynı babasına benzeyen oğlu Samuel'di. Kibar, hırslı, çalışkan, tutkulu bir çocuktu. Yaşıtları gibi sokaklarda değildi, hep evinde annesinin yanındaydı. Yani...üniversite için gidene kadar.
İşte buydu! Tanrı'nın Martha'ya verdiği ömürlük huzuru içinden nazikçe alışı. Çünkü oğlu bir daha gelmemişti. Şuan iş sahibiydi, zenginleşmiş ve güçlenmişti, hatta evlenmek üzere olduğu bir kadın bile vardı, arada elbette arıyordu annesini ama onun hasta olduğunu bildiği halde bu konuyu açmıyor yaşlı kadının zorla kurduğu kısa cümlelerden sonra telefonu kibarca kapatıyordu. Ne hoş sesli, beyefendi, bilgili, kültürlü bir çocuk...
Martha'nın da komşuları arkadaşları vardı başlarda; çiçekleri, bahçesi, kedileri onlarla unutuyordu üzgünlüğünü. Bencil olmamaya çalışıyor kendisine yeni uğraşlar bakıyordu. Kazaklar örmüştü küçüklü, büyüklü, renk, renk. Yeni yemekler denemişti. Zaman geçmişti bir şekilde ve o gittikçe çökmüştü geçmişin altında. Renkler soluyor, gri ve koyu renkli bir hal alıyordu. Aldığı her koku bir anı, düşen her yağmur damlası geçmişten günler. Günler, günler, güzel günler çöktüler üzerlerindeki tozlarla Martha'nın omuzlarına ve kadın bir günden sonra kalkamaz oldu yataktan. Hasta olduğunu öğreneli çok oluyordu neredeyse bir yıl ama oğluna söylememişti. Martha tedavi olmak istemiyordu. O ölmek istiyordu, acı içinde. Kalbindeki yük bedenini yerle bir etsin istiyordu.
İstediği olmuştu da. Ve o hasta olduğu için ağlamazdı pek, neden ağladığı belliydi, yavaşça kaybettiği hayatı.
Hayatı yoksa, neyi yaşayacaktı ki?
Şu yaşlı haliyle düşünüyordu bazen uzun uzun, onca yıl, onca dost, onca tanışıklık neredeydi? Oğlu neredeydi? Kendi annesi ellerini tutarken öldüğünde de bu kadar yalnız mıydı? Yalnızlık bir şeyi değiştirir miydi ölürken? Çürümüş bedenine bakıyordu, eski güzel kadından hiç iz yoktu artık. Gözlerindeki yaşı bile silemiyordu. Keşke, keşke o da ölseydi Denis'le keşke! Suyun altında, en derinlerde henüz sağlıklı ve güzelken kapatsaydı gözlerini sevdiği adamın ellerini tutarken. Ama Tanrı bir şeyleri öğrenmesini veya öğretmesini istiyordu, Denis'in bilmediği bir şey. O yüzden yaşıyordu Martha, o yüzden bu haldeydi, anladığında, anlattığında bitecekti.
"Beni delirtmek istiyor bu adam!"
Gözlerini pencereden çekip içeri elinde kalın ciltli bir kitap ve taptaze bir goncayla giren Harry'e çevirdi. Yanakları al al olmuş gözlerinin yeşili açık tonlara saplanmıştı. Saçlarını geriye atıp kitapla yelpaze yaptı kendisine.
"Köpek bile anladı derdimi."
Sinirli görünüyordu yine de kırmızı goncayı masadaki vazoya, diğerlerinin yanına güzelce koydu, dudak büzerek eğildi, gözlerini kapatıp kokladı hepsini derin derin. Çattığı kaşları saniye saniye düzledi.
"Madem sevmiyorsun neden şu güzel şeyleri verip beni umutlandırıyorsun ki?"
Doğrulup aralarında en cansız duran goncayı aldı, masanın üzerindeki makasla sapını kısaltıp kitabın arasına sıkıştırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rosebud / LS
FanfictionLouis, Harry'e hep kırmızı goncalar verirdi. Harry ise ondan hep kırmızı gül beklerdi.