𝟛

214 31 39
                                    

Lama House, Secrets of the earth

Kızıla boyalı gök saniyeler sayıyorken karanlığa Louis arkasında Gladiolus, elinde bir fincan çayla kapıya tıklatıyordu. Küçük ses absürt bir şekilde yankılanmıştı bahçede, çayın dumanıysa tütüyordu salına salına, yutkundu. Neredeyse iki gün Harry'sini görmemenin huzursuzluğunu, endişesini, kırgınlığını, özlemini taşımıştı sırtında. Bu yüzden omuzları düşmüş ve gözleri yerdeydi şimdi.

Neden çıkmıyordu bahçeye? Neden yanına gelmiyordu hiç? Biraz daha yeşillerden uzak kalırsa gözleri yanıp kül olacaktı. Elindeki cam fincanın ince kulpunu sıktı. O çıkmadıkça kendisi çıkmıştı dışarı. En azından burada kendi nefesinde boğulmuyor, açık pencerelerden taşan ipeksi sesi dinleyebiliyor, bir ihtimal kafasını dışarı çıkartır bakar diye bekliyordu. Açıkçası iki gün boyunca bu şekilde beklemesi mucizeydi, her saniyesini hayallerinde ona hesap sorarak geçirdikten sonra çayla kapısına dikilmesi ise pek şaşırtıcı değil. Onun bakışları, yüzü, sesi ve varlığı etrafta olmasa ne yapacaktı çiçekleri? Hiç düşünmüyor muydu? Ne yapacaktı Louis? Hiç düşünmüyordu belli ki.

Kuru sonbahar meltemi, sonbahar yaprakları kadar hassaslaşan kalbini sağa sola savurarak esti, kapı açılırken. Zorlukla gülümsedi, içinden ağlamak geliyordu, içinden hep ona sarılıp ağlamak geliyordu. Cenazede dökemediği göz yaşlarını bile onun omzunda dökmek istiyordu neden bunu istiyordu kendisi de bilmiyor. Harry karşısına çıktığı günden beri Louis savunmasızdı, üstelik yanında saklanacağı bir ailesi de yoktu artık. Ondan kaçmak ya da yakınında olmak fikirleri hep iç içeydi.

"Selam." dedi, kuru dudaklarıyla ve uzun zamandır konuşmadığı için boğuklaşan sesiyle. Başını kaldırmıştı.

Evdeki ışıklar henüz açılmamış olduğu için el örgüsü pikesine sarılmış görüntüsü dışında onu ve sevimli yüzünü kızıl loş ışığın altında seçmekte zorlanıyordu. Buna rağmen duruşundan okunan solgunluk kalbini paramparça etmeye fazlasıyla yetti. Telaşla nefes aldı, ne yapması gerektiğini düşündü, biliyordu eğer bir adım atarsa bir tane ve bir tane daha atardı atmazsa da geceler boyu uyuyamazdı.

"Louis?"

Sesi kısıktı ama oldukça sağlıklıydı da. Hasta değildi yani...ama solgundu. Ne soldurmuştu ki onu? Dayanamadı. Sertçe yutkunup ona doğru adımlar attı. Yavaş adımlar. Sağlam adımlar. Kapı eşiğini geçti. Görgü kuralları bekleyebilirdi.

"İyi misin?"

Yakından daha net görebiliyordu yüzünü, şaşkınca dudaklarını aralayışını ve bir eliyle sarıldığı pikeyi tutup diğeriyle küçük buklelerini kulağının arkasına sıkıştırışını izledi.

"İyiyim, bir sorun mu var?"

Yalan söylemesi hoş değildi. İç çekerek silkelendi Louis. Elindeki çayı bahane ederek ona biraz daha yaklaştığında Harry sağa sola bakmayı kesip başını kaldırarak tamamen ona dikkat kesilmişti.

"Seni merak ettim ve çay?"

Fincanı öne çıkarttı. Gladiolus gürültülü havlamalar sundu, kendisi de geçerli sayılmasını istediği sebeplerini sıralar gibiydi.

Dökülen yaprakların birbirine çarpış sesi, boş sokaklar arasında esen rüzgarın sürüklediği çöplerin sesi, bir yerlerden gelen neşeli piyano sesi, ses, ses hepsi kayıp hepsi kIsık ama Harry'nin sesi, ah Harry'nin sesi Louis'nin kulaklarında çınlıyor.

"Teşekkür ederim, hiç- gerek yoktu."

Neden duraksamıştı? Neden şuan Louis'e yaralı ceylan bakışları atıyordu? Gerildi. Fark etmeden onun canını sıkmış olabilir miydi?

Rosebud / LS Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin