tıpkı dinledikleri şarkıdaki gibi

51 6 0
                                    

Yine sıcak kumsalın bizi kavurduğu bir gün! Bugün umut doluyum, bisikletiyle buraya inen onlarca insanı seyrederek dakikalar geçirdim. Gerçi hala miniğim ve arkadaşları gelmedi ama pes etmeden bekleyeceğim. Miniğim mi? Sanırım bunu ilk kez kullandım. Evet doğru, o kadar minik ki cebime bile sığabilir. İşte yine geliyorlar! Ah ne sevimli, hemen koca ağacın arkasına doğru döneyim ki izlediğimi farketmesinler. Sevgilisi neredeydi? Sadece o ve yanında yine kahverengi şapkalı, elleri güzel olan çocuk vardı. Onunla çok yakındılar, neredeyse tüm yaz beraberlerdi. Çocuğun en çok dikkatimi çeken yanı ise parmakları ve elleri çok güzeldi, miniğimden sonra en güzel ellere sahip kişi o olabilir. Olamaz sanırım fazla gözlerimi diktim, bana doğru bakıyor. Hemen gözlerimi ağaca diktim, sonra tekerlekli sandalyenin ayarlarıyla oynamaya başladım ama çok geçmeden içimdeki bakma isteğini durduramamıştım. Her dakika önemliydi benim için, hep ne yaptığını görmek istiyordum onun. Ah tam zamanında! Sevgilisinin bisikletinin zili çok geçmeden duyuldu, duyulduğu gibi o da çılgına döndü. Biliyor musun, onu çok seviyorum. Hem de çok, çok fazla. Başkasını sevmesine hem kalbim dayanamıyor hem de bu sevimli gülüşlere eriyip bitmekten kendimi alamıyorum.
Kız bisikletini parketti ve kumsala indi. Güneş fazla kavuruyordu, öyle ki kızın küçük sıçrayışlarından ve dudak büzmelerinden anladığım kadarıyla sandaletlerinin arasına sıcak kumlar girmişti. İkisi de ona güldükten sonra kız mızmız bir şekilde onları dürttü. Şimdi birbirlerine sarıldılar, kocaman. Elleri güzel olan çocuk 'diğerleri nerede' der gibi kıza baktı. Kız 'birazdan gelirler' diyerek bisikletine yerleştirmiş olduğu hasırı indirdi, güzelce serip beraber oturdular. Kız ne kadar şanslı olduğunu bilmeyerek miniğimin yanına oturdu, yanaklarından öperek mırıldanıyordu. O ise kıpırdamadan sadece gözlerine bakıyordu. Sanırım delireceğim, dünyanın en sevimli şeyini seyrediyor olabilirim. Keşke izlediği gözler ben olsaydım günlük, keşke. O da yüzüne bir tebessüm yerleştirdikten sonra mırıltılarla ellerini kızın saçlarında gezdirdi, burnunu burnuna hafifçe sürttü ve yüzüne minik öpücükler kondurmaya başladı. Kızın da yüzüne kocaman bir tebessüm yerleşmişti. Sonra kızın ellerini ellerine aldı, bilmiyorum belki saatlerce okşadı, belki de bana öyle geldi. Sadece o kişinin ben olduğumu hayal ettim de, belki de onu hiç haketmiyorum. Hayal edip izlemeyi bile. Bu lanet olası sakat bacaklarım, çirkin yüzüm ve aptal kafam yüzünden hiçbir zaman ona sahip olamayacağım. Hüngür hüngür ağlıyorum, onu hiç haketmeyeceğim. Yüreğim kanıyor ve bu ağlamaları benden başka kimse duymuyor, sadece bu bastıramadığım hislerle başa çıkmak zorundayım. İşte bu çok canımı yakıyor günlük, onun hoşuna giden kişi ben olamadığım için kendimden nefret ediyorum. Ama bütün bunlara rağmen lanet olası gözlerimi ondan bir dakika bile ayırmaya tahammül edemiyorum, belki beni en çok yaralayan şeylerden biri bu. Ellerim titriyor, artık yazamıyorum. Vücudum da çok yorgun, sanırım ilaç saatim geliyor.
(...)
İlaçlarımı aldım ve tekrar geldim, arada doktoru dinlemem iyi olur. Az daha gözden kaybediyordum onları. Elleri güzel olan çocuk onlardan kurtulmak istercesine bir şezlonga atmıştı kendini, yüzüne de güneş çarpmasın diye kahverengi şapkasını koymuştu. Böylece ikisi hasıra uzanabiliyorlardı. Kafaları birbirine değiyordu ve gözleri kapalıydı. Dakikalarca öyle kaldılar kavuran güneşin altında. Sonra diğer arkadaşları da geldi, kimi bisikletle, kimi arkada yürüyerek. Onu böyle mutlu görmek benim en büyük arzumdu, bu yüzden her gün dua ediyordum o çocukların yanından hiç ayrılmaması için. En küçük oğlan şezlongda uyuyan çocuğu gördüğünde yüzü düşmüştü, çocukluk arkadaşıydılar ve kavgalılardı. İkisi de yan yana olmaktan kaçınıyor gibiydi. O da ne? Omuzları oldukça geniş ve yakışıklı olan oğlanın elinde bir şeyler var. Bir kutu, sanırım içinde yiyecekler var. O anki ruh halimi buraya dökecek kelimeler bulabilir miyim bilmiyorum, kalbim pırpırdı. Bu dünyadan olmadığına inandığım bu meleksi yüzün gülüşündeki heyecanı görmek, ölüp dirilmem için yetmişti. O kadar mutluyum ki, o kadar huzurluyum ki.. Kutudan ne çıkacağını deli gibi merak ediyorum, onu böyle heyecanlandıran neydi ki? Geniş omuzlu oğlan kutudan, 'abartmadan ye yoksa hastanelik olacaksın' derken karpuz dilimleri çıkarıyor, anlıyorum ki karpuza bayılıyor. Ellerini çırparak bir tane alıyor, o minik minik ısırırken bir yandan teşekkür etmeye çalışıyor, ben de hayranlıkla izliyorum. Tuttuğu yerlerden karpuzun tatlı suları çekirdekleriyle damlamaya başlamıştı bile. Bilmiyordu ki, o tuttuğu yeşil kabuklu kırmızı şuruptan daha tatlıydı. Birden ayağa kalkıp hoplayıp zıplamaya, şarkı söylemeye başladı, böylece kahverengi şapkalı çocuk da uyandı. Diğerleri de onunla beraber dans edip şarkı söylerken ben yüzündeki çilleri karpuzdaki çekirdeklere benzetmiştim. Yüzü de sanırım sıcaktan olmalı, kıpkırmızı görünüyordu. Ne tatlı, aynı karpuza benziyordu. Kendimde değil miyim acaba, bir insanı neden meyveye benzetmiştim ki. Sanırım 'karpuz şekeri sarhoşluğu'ydu, tıpkı dinledikleri şarkıdaki gibi.

(...)
'Breath me in, breath me out'
'I don't know if I could ever go without'
'I'm just thinkin' out loud'
'I don't know if I could ever go without'
'Watermelon sugar high'
'Watermelon sugar high'

O gün her an gözlerimi kaybedecekmişim gibi izledim onu. Ruhumun en ince noktasına kadar, her hücremin onu istemesine bir kez daha şahit oldum. Onu çok, çok seviyorum günlük.

watermelon sugar •sopeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin