vals [final]

36 6 5
                                    

Jung Hoseok kurumuş göz pınarlarıyla günlüğünü ağacın dibine bırakarak sandalyesini acımasızca derin karanlığa sürerek kendini denize bırakmıştı. Ondan geriye kalan tek iz yıpranmış bir defter ve paramparça bir sandalye olmuştu. Bu ana şahit olan gökyüzü de hüzünle dolmuştu. Sanki bulutlar da ağlyordu, hava kapanmıştı ve bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başlamıştı.

(...)
Elleri ve dudakları titriyordu, gözleri dolu doluyken oldukça yıpranmış defterin son sayfasına bakarken derin bir pişmanlık duyuyordu. Böylesine zarif, narin duyguları olan bir insan nasıl da kendisinin aptal olduğunu düşünüp nefret ederdi? Yine ağlıyordu, Hoseok onu görseydi ne kadar üzülürdü!
"Hayatımda hiç bu kadar sevilmiş miydim, kahretsin niye onu farketmek bu kadar zordu?"
Tüm zamanını boşa geçirmiş hissediyordu, uzaktan bile ona böyle hissettirdiğini düşündükçe kahroluyordu. Eski sevgilisinin hayatını mahvettiğini düşündü. Sonuçta orada yeni bir hayat kurmuştu, kendisini hatırlamıyordu bile. İnsan bir kere o duyguları hissetti mi bağlanmaması biraz zordu. Ama ne kadar kahrolsa da boştu, maalesef zamanı geriye sarıp yapılan şeyleri telafi edemeyiz. Artık ne zaman gökyüzünde parlayan bir yıldız görse, onun kendisini izlediğini mırıldanacaktı. Ayaklarını sürüyerek aşağıdaki derin karanlığa baktı. Hayatında varlığından mutlu olduğu bir şey düşündü. Hiç bir şey kalmamıştı, hiç bir şeyden zevk almıyordu.
Bir adım daha attı.
Ayağının altından kayan ve derinliğe gömülen taşları izledi, hayır yapamazdı.
Hoseok ona kendine iyi bak demişti, acilen toparlanmalıydı. Yanında ona destek olacak hiç kimse kalmamıştı. Tüm arkadaşları onu bırakıp gitmişti, hepsi ayrı kaderlere.
Jin voleybol oynarken kolunu kırmış ve hayata küsmüştü, oysa ne umutlu çocuktu.
Jimin çok iyi anlaştığı arkadaşı Namjoon'dan kazık yemişti, artık kimseye güvenemez olmuştu.
Jungkook Taehyung'la aileleri yüzünden kavga edip onu fena halde döverek karakolluk olmuştu. Sonu belliydi, hapis yatacaktı. Taehyung ise ailesinin onu reddetmesiyle ortada kalmıştı. Hastanede nereye kadar yatacaktı?
Yoongi ise mental boşluktaydı, fiziksel boşluğa düşse ne olacaktı ki? Bulutlar daha da kızıyordu, yağmur şiddetini arttırmıştı. Bitkince dizlerinin üzerine çöktü, var gücüyle onun adını haykırdı. Yer gök Hoseok'u bilmişti artık.
"Geri gel Hoseok, şaka yaptım de! Geri gel ve dağılmış, parçalara ayrılmış bu çocuğu kurtar! Sana söz, seni gözlerimin önünden bir dakika bile ayırırsam beni istediğin gibi cezalandır!"
Yoongi ne güzel söz veriyordu, keşke konuştuğu beden canlı olsaydı.
Günlük elinden kayıp yere düştü, gözleri kapanmıştı, kendinde değildi. Artık ne yaptığını bilmeksizin garip hareketler yapmaya başlamıştı. Başı gökyüzüne dönük, gözleri kapalı, yüzünde garip bir sırıtışla ellerini ayaklarıyla aynı ritimde boşlukta sallıyordu. "Ellerini bana ver Hoseok! Bu ilk ve son valsimiz seninle, geliyorum ve tüm bu acılardan kurtulacağım!"

Ayağı kayıp derin karanlığa gömülen bedenle, deniz bir kez daha çirkin kırmızı ile boyandı. Kaderleri hiç buluşmamış olan bu masum kalpli çocukların ruhu, şimdi birlikteydi. Deniz yumuşak kumun üzerindeki iki cesedi acımasız dalgalarıyla örtüyordu ve içine çekiyordu. Yüzlerinde huzurlu bir gülümseme vardı, sanki birbirlerine ilk kez kavuşmuşlar gibi. İnsanlar onları bu uçurumun altındaki derin denizin kuytularında bulana dek bedenleri beraber kalacaktı.

watermelon sugar •sopeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin