0.5

245 44 36
                                    

jaehyun

karnımın üzerinde uzanıyor, yanağıma yasladığım ellerim sayesinde vücudumun üst kısmını yukarıda tutarken ayaklarımı sallaya sallaya kuzenim renjunla konuşuyordum.
ona anlatmak istediğim o kadar çok şey vardı ki...
köyümüz, taeil hyungun son zamanlardaki davranışları ve en önemlisi de yuta hakkında daha çok konuşmayı iple çekiyordum.

ikimizin önünde duran tabaktan kızarmış bir böğürtlen seçip uzatırken teklif ettim.
"yemek ister misin, gerçekten çok güzeldir."

renjun, elime kısa bir bakış atıp ağzını açtığında böğürtleni dudaklarına uzattım. şakacı tavrıyla ısırmaya çalıştığı parmağımı kaçırırken gülümsemeye başlamıştım bile. ne zaman yanımda olsa beni mutlu etmeyi başarıyordu!

uzun, sarı saçlarını umursamaz bir savuruşla gözlerinin önünden iteklemiş ve sormuştu.
"ee ben yokken neler yaptın, taeil hâlâ aynı mı?"

omuz silktim.
"neyi kast ediyorsun?"

"neyi kast ettiğimi adın kadar iyi biliyorsun, hala pislik gibi mi davranıyor demek istiyorum."

yattığım yerde ters dönüp çardağımızın tavanını izlemeye başlarken ne cevap vereceğimi düşünüyordum ki bahçe kapısının açıldığını duydum. yuta kolunun altına sıkıştırdığı futbol topuyla avlumuza girmişti. önce merdivenlerde dolandı gözleri ardından benimkilerle buluştu. bakışları sağ tarafıma, renjuna doğru kaydığında ise gözlerinden anlam veremediğim bir ifadenin geçişine şahit oldum.
neden bilmiyorum ancak yuta benim sevdiğim herkesten nefret ederdi, büyük küçük fark etmeksizin yüzümü güldüren, beraber güzel vakit geçirdiğim bütün insanlara düşmandı. mutlu olmamdan hoşlanmıyordu belki de, tıpkı abim gibi.

kalbim kafeslenmiş bir kuş gibi çırpınırken yuta keyifsiz bir şekilde sordu.
"abin yok mu, jaehyun?"

oturuşumu düzeltip elimle dışarıyı işaret ederken cevapladım.
"seninle tarlada buluşacağını söyleyip çıkmıştı ama-"

"hayır burada buluşacaktık, neden gitti?"

"bilmiyorum ki, belki de unutmuştur."

yuta'nın derin, kahverengi gözleri dikkatle üzerimde gezinirken kendimi diken üstünde hissetmeden edemiyordum. öyle duygulu bakıyordu ki bana, içimden bir şeylerin kopup gitmesine engel olamıyor hatta daha da ileriye giderek benden o kadar da nefret etmediğini düşünüyordum. sonra ne mi oluyordu?
beni kırmak, üzüp yaralamak için yepyeni yollar bulmuş olarak geri dönüyordu.

kimi zaman evimize gelip benimle sohbet ederdi, öyle anlarda çok yakın olduğumuzu hissetmekten alamazdım kendimi, ancak başkalarının yanındayken yuta bambaşka birine dönüşürdü. söylediklerimi duymazdan gelir, cümlelerimle alay eder, taeille bir olup beni kendilerinden uzaklaştırmak için herşeyi yapardı.

avluda durmuş tek ayağını yere vurarak etrafı izleyen beden, nefesini ağır ağır dışarı verip öfkesi yüzünden okunarak sormuştu.
"o kim?"

yanımda kimin oturduğunu çoktan bilmiyormuşum gibi arkamı dönüp kontrol ettikten sonra gülümseyerek cevapladım.
"uh, o mu. benim kuzenim renjun, hani söylemiştim ya babam gidip gardan alacak diye."

"kuzen kuzen dediğin bu muydu? ne yapıyorsun tüm gün bu çocukla evin içinde, evcilik mi oynuyorsunuz?"

gülümsemem elimde olmadan düşerken pantolonumun parçasındaki iplerle oynamaya başlamıştım.
"konuşuyoruz sadece."

ancak bu bile yeterli gelmiyor olsa gerek, yuta'nın sesi gittikçe yükseliyordu.

"ben şimdi tarlaya gidip taeille top oynayacağım, sen gelmeyecek misin?"

şimdi onunla gidersem yol boyu bana laf dokunduracaktı bu yüzden sessizce reddettim.
"gelmeyeceğim."

"normalde bizimle tarlaya gelmek için ölürdün, ne oldu şimdi?"

kabullenmişlikle omuz silkmiştim.
"zaten ben oynamıyorum ki, kenarda oturuyorum."

"kuzenin geldi diye şimdi böyle mi oldu, sen değil miydin yere düşüp saatlerce zırlayan. oynamak istemiyorum diyordun-"

"jaehyun gelmek istemiyor, git işte."

yuta sayıklanırken aniden araya girerek cümlesini bölen renjun, çatık kaşlarıyla kolumu tutarak beni savunmaya başlamıştı. zaten o her daim benim tarafımı tutardı...

"sen ne karışıyorsun?" dedi yuta. "onun ağzı yok mu, kendisi söyler."

"kendisi söyleyince dinlemiyorsun belli ki."

bu sözün üzerine yuta elindeki topu hırlsa avluya atmış ardından topuklarını yere vura vura bahçe kapısından çıkıp gözden kaybolmuştu. başımı çevirip renjuna döndüm,
"neden ona kaba davrandın?"

"çünkü sana kaba davranıyordu."

sevdiğim insanların birbirinden nefret etmesini istemiyordum bu yüzden kısık sesimle açıklamaya çalıştım.
"elinde değil ki, böyle büyümüş. kötü bir insan olduğu için öyle davranmıyor."

"jaehyun..."

bir şey söylemedim, çardağın tahta zemininde gezinen mahcup ve üzgün bakışlarım sayesinde buna hacet de yoktu zaten.

"o yuta mıydı?"

renjun başını sağa yatırıp yüzümü izlerken sorduğunda tek yapabildiğim başımı sallayarak onaylamak olmuştu.

"seviyor musun onu?"

bir baş sallama daha.

"o seni seviyor mu peki?"

"..."

gülpembe - yujaeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin