ölüler konuşamaz

937 133 115
                                    

4, 4

Hinata Tachibana, elindeki çorba kasesi ile Takemichi Hanagaki'nin evinin önüne geldiğinde, zavallı çocuğun ölümünün üzerinden yaklaşık olarak bir gün geçmişti. Akşam saatlerine yakın bir zamandı. 

Kız, endişeli bir ifade ile kapının önünde dikildi bir süre. Ayrılmak isteyen, bir neden dahi belirtmeden kendisini öylece bırakıp giden kişi, oğlandı.

Yine de onun bir süredir okula gelmediğini fark edince, çocuğun hastalanmış olabileceğini düşünmüştü.

İyi ya da kötü, onlar küçük yaşlardan beri arkadaştı. Endişe duymadan edememişti elbette. Herhangi bir şey ummuyor, bunu istemiyordu da zaten.

Zil her zamanki gibi bozuk olduğundan kapıyı tıklatacaktı ki, buna gerek kalmadığını fark etti. Kapı garip bir şekilde aralıktı zaten. Bunun üzerine daha büyük bir korku ve gerginlikle kaşlarını çattı. 

Oğlan pimpirikli bir tip olduğundan kapının kilidini kontrol etmeyi atlamazdı asla. 

Ürkmüş bir ifade eşliğinde adımını içeri attı. Bir eliyle çorba kasesini sıkı sıkı tutarken diğeriyle de telefonunu kulağına yaklaştırmış ve her ihtimale karşın polisin numarasını tuşlamıştı.

Ancak içeri girişi ile kendisini şaşkınlığa uğratan tek şey, burnuna dolan iğrenç koku olmuştu. Temkinli bir şekilde, oturma odasına ilerlediğinde karşı karşıya kaldığı görüntü iliklerine dek titremesini sağlamıştı.

Suratı ve boynu kurumuş kan ile kaplı ve dudakları aralık olan genç çocuğun cansız bedeni, tekli koltuğun üzerindeydi.

Ölü ağırlığından olsa gerek, oturduğu yerde yatar bir pozisyonda aşağıya doğru kaymıştı.  

Sol eli yumruk halinde kaskatı kesilmişken, diğer elinde tuttuğu zarfı istemsizce buruş buruş bir hale getirmişti.

Gözleri tam kapanamamış, irislerinin kaydığını belli edecek şekilde açık kalmışlardı. 

Tamamiyle dehşet verici bir görüntüydü. Hinata Tachibana, bir korku filminin içerisinde olduğunu düşünmeden edemedi.

Böyle bir şeyin nasıl mümkün olabileceğini bilmiyordu. Daha doğrusu ise, buna imkan veremiyordu. 

Çığlık atmayı denese de yaşadığı şoktan dolayı sesi dahi çıkmıyordu. Çorba kasesi büyük bir gürültü çıkararak yere düştü, kendisi de aynı şekilde dizleri üzerine çökmüştü.

Sonrasında polisler geldi, oğlanın cesedini siyah bir torbanın içine koydular. Bir eli dışarıya sarkmıştı hatta. Oysaki kimse bunu fark etmedi.

Ertesi gün okulda, çok fazla dedikodu vardı. Herkesin dilinde çocuğun adı, dünden beri gözlerini kırpmaktan bile çekinen kızın ismi vardı.

Manjiro Sano, ilk önce kimin hakkında konuşulduğunu anlayamadı.

Gözleri arkadaşına dönerken, meraklı bakışlar ile kaşlarını çattı.

"Kim ölmüş şimdi, herkes bir bok diyor amına koyayım. Bunun da dedikodusu mu olurmuş anlamadım." Ken Ryuuguji, şöyle bir göz gezdirdi sınıfın içinde. Ardından da ilgisiz bir tavır eşliğinde konuştu.

"Yan sınıftan çocuğun teki. Takemichi mi neymiş adı. Dün çıkarmışlar cesedi evden."

Bu şekilde neler olduğunu az çok anlayabildi sarı, uzun saçlara sahip oğlan. Takemichi Hanagaki'nin adı konulamayan bir hastalığı vardı. Doktorlar, ona ne diyeceklerini bilemediler uzun bir zaman boyunca. Pek fazla parası olan biri de değildi, farklı doktorlara görünme şansı da olmadı. 

Damarlarında akan kan adeta kendine zehirliydi. Günden güne vücudunun tamamı ve beyni, çürümesini sürdürmüştü. Şiddetli baş, kemik, eklem ağrıları çekmiş, ağrı kesici türü hiçbir ilaç işine yaramamıştı. 

Bir otopsi, kişinin ölümü hakkında çok şey anlatabilirdi. Oğlanın kolları tırnak izleri, ağzının içi de yaralar ile doluydu. Acı çektiği açıktı. Huzurlu bir ölümü dahi olmamıştı. Gerçekten de ürkütücü detaylardı bunlar.

Sonraki hafta çocuğu, okula yakınlığı ile ünlü bir mezarlığa gömdüler. Onu ziyaret eden fazla kişi de olmamıştı. Yalnız biriydi her zaman için. Gülerken bile sessizdi. 

Manjiro, mezarlığı ziyaret etmedi. Bunun yerine çatı katında yerini almış, gün boyunca tek başına oturmuştu. Sanırsa, saçma da olsa kapının açılmasını ve onun içeriye girmesini dilemişti. 

Ağlamadı, yüzü bile buruşmadı. Duygularını ifade edebilen biri değildi sonuçta. Bu yüzden kimse onu suçlayamazdı. Tek bildiği şey ise kelimelerle anlatamayacağı bir şekilde canının yandığıydı. Belki de şoktaydı, hala tam kavrayamamıştı olanları. 

Bu halini, abisini ve Emma'yı kaybettiği ilk zamanlara benzetti. Bir yabancıya bu kadar değer yükleyebilmesine kendi de şaşmıştı. Gökyüzünden dolayı olmalı, diye düşündü. Artık eskisi kadar güzel ve eğlenceli değildi bulutlar. Masmavi bir denizi andıran gökyüzünün rengi griye çalınıyor, bulanık ve karman çorman bir görüntü yaratıyordu.

Sıkkınlık içinde nefesini dışarıya verdi. İçindeki hislerle ne yapacağını bilemiyordu. Üstelik kitabın sonunu bile okuyamamıştı. Peki ya oğlan, kitabın sonunu beğenmiş miydi? Keşke bunu, şu anda ona sorabilseydi. 

Tabii ki, bir ceset sorularını cevaplayamazdı. Bunun farkındalığı ile biraz daha huzursuz oldu. Toprağın altında yatan insanlar, söylenenleri duyabilir miydi ki? Şu sıralar cidden de çok meraklıydı.

Ancak ne gariptir ki, tam da aklından geçen bu cümlelerin üzerine çatı katının kapısı aralandı. 

rooftop // takemikeyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin