gül kokan mendil

1.3K 171 186
                                    

13

Aslına bakılırsa Manjiro Sano, kendisinin kim olduğunu fark ettikten sonra çocuğun bir daha o çatı katına gelmeyeceğini düşünmüştü.

Her zamanki yerinde, karanlık köşede oturmuş gökyüzünü izliyordu.

Ancak, öyle olmadı.

Takemichi Hanagaki, tekrardan çatı katına gelip aydınlık taraftaki yerini almadan önce, biraz da gergin bir şekilde oğlanın yanına ilerdi.

Öyle ya, cidden de oraya dönmeyi plânlamıyordu aslında. O çocuğun ününü duymayan hiç kimse yoktu. Onun gibi birini sinirlendirmek ve hiç yoktan yere başına dert almak istemiyordu.

Ancak, kendisine uzatılan beyaz mendili de görmezden gelemezdi.

Akşam eve geldiğinde kana bulanmış mendili karbonatlı su ve limon karışımı ile üzerindeki lekeler çıkana dek iyice elinde ovalamış, sonrasında güzel kokması için de beyaz çamaşırlarla birlikte gül esanslı çamaşır suyunda yıkamıştı.

Evet, bunu yapmıştı.

Kesinlikle ve kesinlikle bunun korkmasıyla alakası yoktu. Yani, o sürekli bunu söyleyip durmuştu aynadaki yüzüne bakarken.

Onun gibi tiplerden yediği bunca dayak sonrasında endişeli olması çok görülmemeliydi. Gözlerinin ta içine, kalbinin derinlerine dek bakabileceğini düşündüğü o kapkara çukurların göğsünü delebileceğini hissetmişti, çocuk karşısında dururken.

O an her aklına gelişinde tüyleri diken diken oluyordu.

Cesaretini toplamaya çalışarak derin bir nefes aldı ve karanlık köşede, ayaklarını boşluğa uzatmış bir şekilde oturan oğlanın hemen yanında, öylece ayakta dikilip kaldı.

Manjiro Sano'nun bakışları bir süre ona dönmeyi reddetti adeta. Gözleri, gökyüzünü zihnine kazımak istercesine inceliyordu bu masmavi denizi.

Takemichi Hanagaki sesini çıkaramadı. Pekala ki, onu rahatsız etmeyi göze alamadı demek daha doğru olurdu.

"Otursana." Umursamaz bir şekilde konuşan çocuğun kısık sesi nasılsa, kulağına melodik bir tonda çalınırken irkilerek yutkundu.

Oturup oturmamak arasında kalırken Manjiro'nun, sabırsızlık ve sıkılmış bir ifade taşıyan suratının kendisine döndüğünü fark ederek anında olduğu yere çöktü.

Hızlı ve dikkatsiz hareketi sonucunda betona çarpan kalçası sızlarken acıyla inlemişti.

Sarı, uzun saçlara sahip oğlan bunu fazlasıyla komik bulmuş olmalı ki, başını hafifçe öne eğerek gülümsedi.

"Gerçekten de o kadar ürkütücü mü duruyorum oradan bakınca?" Ani sorusu çocuğu şaşırtırken merak dolu gözlerini ona dikmişti.

Takemichi Hanagaki, birkaç kelime olsun söylebilmek adına ağzını açmıştı ki, bu hareketinden pişmanlık duyarak dudaklarını birbirine bastırdı hızlıca. Sonrasında ise tekrardan ağzını açtı ve yine kapadı.

Nasıl bir cevap verirse dayak yemeyeceğini düşünür gibiydi.

Manjiro bunun üzerine gözlerini devirdi ve iç çekti, değişik şekildeki bulutları incelemeye devam ederken.

"Kim ne anlatıyor bilmiyorum ama..." derin bir nefes alırken başını geriye atarak ellerini yere dayadı.

"Adam yemiyorum, merak etme."

Rengini, diğer oğlanın çok sevdiği gökyüzünden çalmış gibi masmavi gözlere sahip çocuk ise sessiz kalmayı tercih etti sadece.

Yine de azıcık olsun rahatlamıştı sanırsa. Dinlediği onca hikaye yüzünden kafasında oluşan o şeytani imaj, azar azar kaybolmaya başlıyordu.

Tabi bu hala, ondan fazlasıyla korktuğu gerçeğini değiştirmiyordu. Sırf kendisine biraz kibar davrandı diye, ahbap oldukları falan yoktu ya...

Aynı önceki gün olduğu gibi, ancak bu sefer yan yanayken, öylece oturup Tokyo'nun manzarasını ve güneşin aydınlattığı her yeri izlediler.

Biraz sonrasında, esneyerek betonun üzerine uzandı uzun, sarı saçlı çocuk. Bu şekilde hem biraz uyuklayabilir hem de gökyüzünü izlemeye devam edebilirdi.

Aşağıya sarkıttığı ayağı ilk başlarda ritmik bir şekilde sallanırken uykuya dalışının etkisi ile hareketini kesmişti.

Takemichi Hanagaki, bunu fırsat bilerek oğlanı oldukça detaylı bir şekilde inceledi.
Bunu neden yaptığı hakkında herhangi bir fikri yoktu ancak daha öncesinde, yüzü gözü bir başkasının kanına bulanmış şekilde sadece bir saniyeliğine görebildiği o surat, ilgisini çekmişti.

Normalden daha uzun ve kıvrık olan kirpikleri, aralık dudakları, bir de yüzüne tam oturan küçük burnu ile gerçekten de güzel görünüyordu.

Bu doğru bir tabir olur muydu bilmiyordu fakat hani derlerdi ya, şunda veya bunda kız güzelliği var, diye. Oğlan için de bunu söyleyebilirdi kesinlikle.

Bir kere görüldüğünde unutulacak bir çehre değildi onunkisi.

Hava kararmaya yaklaştığında, çocuk hala uyanmamıştı. Kendisinin de artık eve dönmesi gerekliydi. Öyleyse eline geçen bu şansı kullanmasında bir sorun yoktu.

Cebinden, dikkatlice katladığı mendili çıkartıp oğlanın baş ucuna bıraktı ve sonrasında da hızlıca ayrıldı, çatı katından.

Onun gidişi ile çok manidar bir şey oldu ve tek gözünü açarak olduğu yerde doğruldu Manjiro Sano.

Evet, tüm bu süre içerisinde uyumuyordu bile.

Başının üzerinde dikilen zaten bir gökyüzü varken maviliklerini cüretkarca üzerine diken çocuğu, tekrardan ürkütmek istememişti sadece.

"İki gökyüzü..." diye mırıldandı.

"İki gökyüzü ve bir sürü bulut. Bunların hepsine sahip."

Yerinden kalkıp ayakları dibindeki mendili de alırken burnuna çalınan koku ile kaşlarını çattı. Önceki halinden bile daha beyaz görünen mendili burnuna doğru yaklaştırdı, emin olamayarak.

Bu, gül kokusuydu değil mi?

Kız kardeşinden biliyordu. O her zaman gül kokulu çamaşır suyuyla yıkardı kıyafetlerini. Ne zaman ona bir metreden fazla yaklaşacak olsa yoğun esans etkisi burnuna çarpar ve suratını buruşturmasına sebep olurdu.

Tabii uzun süredir, bu kokuyu duyumsama şansı olmamıştı. Şimdiye dek unutmayı, hatrına getirmemeyi tercih etmişti belki de.

Dudakları hafifçe kıvrılırken mendili cebine tıkıp ellerini ensesinde birleştirdi ve sallana sallana çatı katının, merdivenlere açılan kapısına ilerdi.

rooftop // takemikeyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin