four

97 18 10
                                    

sana
senin bile yetemeyeceğin yerden-
senden
sesleneceğim tanrı'm.

“iki hafta oldu annen öleli. iki haftadır onun karşısından bir ân bile ayrılmadın, rose. eline bir bardak su almadın, bir defa olsun tuvalete inip elini yüzünü yıkamadın.”

oturduğu yerden hırsla kalktı zeyn, gözleri titriyordu, sesini bir ân olsun yükseltmeden, yüzünde acı bir kederle alnını kırıştırdı.

“önce saatleri, sonra günleri, ardından kirpiklerini geçen iki haftada kaç keç kırptığını saymaya başladım. ben canımın yarısını izlemekten yoruldum da sen, onu izlemekten yorulmadın, rose.”

durdu biraz. taşa divara anlatması, rose'ye dil dökmesinden daha iyi olurdu, biliyordu. onu zerre kadar dinlemediğini tüm varlığı ile hissediyordu. ama elinde değildi. yapmalıydı. karşısında eğildi. neredeyse dolacak olan gözlerinde ıztırap seziliyordu.

“bir şey söyle ne olur. bir kelime et. seninle susmak direnmek ise, bir ömür susarım rose, biliyorsun. ama bir kez olsun bana değindir gözlerini, nefes aldığından şüphe ediyorum, anlıyor musun?” hafifçe eline dokunmak istedi, ardından geri çekildi. yapamayacağını biliyordu. tanıyordu rose'ni ve..çok daha fazlasından korkuyordu. bu korku her saat biraz daha içini kemiriyordu.

iki hafta sonra ilk defa o ân, içinde dehşeti sarsılmaz bir cesaret hissetti. ayağa kalktı, geri çekildi. göğsüne açılan uzun bir nefes aldı.

rose, zeyn'den başkasının bilmediği ve kendini sahte bir oyuncak gibi hissettiği her ân, evlerinin bir altında bomboş sakladıkları, içinde göz yandıracak kadar bembeyaz olan duvarlardan başka hiç bir şeyin bulunmadığı bu korkunç denebilecek odada, iki karşı karşıya dayanan sandalyeden birine oturmuştu.

karşısında ise doğduğu andan itibaren, ona ara ara gülümseyen, kirli dişleri ve eğrilmiş gözleri ile üstü karalanmış tanrı'sı duruyordu.

daha çocukken amansızca karalanmış bu tanrı, iki haftadır gülümsemiyor, eğrilmiş gözlerini terpetmeden rose'ye, rose'nin kızarmış gözbebeklerine bakıyordu.

zeyn'in yüzü kasılıyordu, yüzünün her hattı titriyor, saf, kirletilmemiş ve şimdiyedeğin hiç bir zaman hissetmediği kadar ağır azap çekiyordu. gözlerinden kendi kendine ve sanki sükûneti bozmamak için sessizce dökülen yaşlara aldırmadan, cebinden çıkardığı bıçağı, tanrı'nın karnına sapladı. ardı ardına gözünü kırpmadan yirmi üç bıçak yarası. yüzünün her kısmı ve bedeninin her hissesi dağılmıştı.

şimdi bir ân öncesinden farklı olarak, bembeyaz odanı, tanrı'nın karalanmış parçaları kirletiyordu.

rose sandalyenin kenarında duran iki elini yumruk yapmış, gözlerini sımsıkı yummuştu.

ve sükûnet tanrı öldüğü ân, bozulmuştu.

30 may 2021
×21:34

şimâldan sonra ilk defa bu kadar yoruluyorum, beni yoruyorsun rose

tanrıya kadar elvedâ!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin