Bazı anıların kokusu olduğuna yemin edebilerim.
|Alıntı!|Merhaba sevgili herkes. Okuyan gözlerinizden öpüyorum🖤✨
Mihrişah ve Mirhan ailesiyle, sabah sakin bir kahvaltı yapmak için aşağı indi. Birkaç dakika sonra telaşla hastaneye gitmeleri gerekti. Çünkü Züleyha doğuruyordu. Mihrişah ve Mirhan hemen hazırlandı ve hastahaneye geçti. Aslında Mirhan Mihrişah'ın gelmesini istememişti ama onu kırmamıştı. Züleyha saatler geçsede hala doğumhanedeydi. Çığlıkları artık duyulmuyordu. Yusuf gergindi. Koridorun bir o başına bir bu başına yürüyüp duruyordu. Züleyha'nın ve kızının sağ salim çıkması için dua ediyordu. Evet bir kızı olacaktı. Onu çok sevecekti... Mihrişah da dua ediyordu. Kalbi ağzındaydı. Mirhan da oldukça endişeliydi. Dua etmekten başka yolları yoktu. Züleyha'nın daha fazla acı çekmemesi için yeniden okumaya başladı.
°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°
Zahide evi toparlıyordu. Hava neredeyse kararacaktı. O günün üzerinden bir hafta geçmişti ama hâlâ endişeliydi. Tek başına olduğu zamanlarda en ufak bir tıkırtıdan bile irkiliyordu. Ferman o günden beri gelmemişti. Zahide buna şaşırıyordu. Gelmemesi Allah'ın bir lütfuydu. Devran da gelmemişti. Daha doğrusu Zahide öyle sanıyordu. Devran her gün onu uzaktan da olsa takip ediyordu. Ama ona görünmüyordu. Gözüne sokmaya çalışmıyordu. Her şeyin bir zamanı vardı. Zahide'nin komşusu Sevim teyze daha sık ziyaret ediyordu onu. Her yeri toparlayıp oturdu. Ninesinin fotoğrafını eline aldı.
"Ah be ninem! Keşke yanımda olsan. Hepten yalnız kaldım ben."
Anne ve babası bilinmez dertlerden erkenden vefat etmişlerdi. Babasını üç yaşında, annesini yedi yaşında kaybetmişti. Anaannesi bakmıştı ona. Çok severlerdi birbirlerini. Başka kimseleri yoktu. Ne çok isterdi kardeşlerinin olmasını ama tek başınaydı. Kendi kendine düşünürken gözü yandaki iğne oyalarına sataştı. Dikiş nakış işlerinden anlardı. Parasını oradan kazanırdı. Aslında daha vardı teslim etme zamanına ama işi olmadığı için götürmek istedi. Evde tek başınayken boğuluyordu. Şalını aldı ve evden çıktı. Kendine bile itiraf edemesede gözü Devran'ı arıyordu. Herhalde köyüne dönmüştür, diye düşündü. Gözü hep etrafında, arkasındaydı. Çalılıkların arkasına bakınca orada bir şeyler gördü. Kalbi korkuyla çarpıyordu. Biraz uzaklaşıp bağırdı.
"Kim var orada?"
Devran onun korktuğunu anlayınca çıktı.
"Benim, Devran"
Zahide elini kalbinin üzerine bastırdı. Bir eliyle de damağını kaldırdı. Devran onu korkuttuğu için kötü hissetmişti.
"Kusura bakma, korkuttum"
Zahide kafasını salladı.
"Tamam, sorun yok"
Devran gelip onun karşısına dikildi.
"Nereye böyle? Hava kararıyor"
Zahide onun bu sorgular tavrının sebebinin Ferman olduğunu biliyordu. Ama birinin onu düşünmesi paha biçilemezdi. Demek ki onu merak etmişti. İçini sıcacık bir hiss kapladı. Kendine gelmek için derin bir nefes aldı. Elindekileri öne doğru uzattı.
"Evde işim bitince bunları götürmek istedim."
Devran elini öne doğru uzattı. Zahide ile yan yana yürümeye başladılar.
"Ne ki bunlar?"
"İğne oyası..."
Devran ona söylediği iltifat için teşekkür etmek istiyordu. Ama çok utanıyordu. Boğazını temizledi. Biraz daha sohbet açmaya çalışacaktı ama umduğu gibi olmadı çünkü Zahide sözü devraldı.
"Siz daha burada mısınız?"
Devran gidecekti. Bu gerçekle yüzleştiğinde hüzünle iç çekti. Devran kalbinin sesini bastırmaya çalışıyordu.
"Bir haftaya işim bitecek, ondan sonra döneceğim"
Zahide elindeki oyaları sıktı. Gitmesini istemiyordu.
"Ne iş yapıyorsunuz?"
"Tarlaları ilaçlıyorum"
Zahide kafasını salladı. Devran birkaç saniyelik sessizliği bile kabul etmek istemedi.
"Geçen dedin ya, türkü için... Teşekkür ederim"
Zahide utangaç bir şekilde gülümsedi.
"Ninem derdi ki, insana dert yakışmıyor. Bir tek türkülerde güzel. Sizin türkünüz bana dokundu çok. Dert mi söyletti sizi?"
Devran gülümsedi. Durdu. Zahide de durdu. Ona döndü. Devran onun gözlerinin içine baktı. İçinden, hadi söyle, sevdalıyım sana, de... Onu da götür giderken. Cesaretini topladı.
"Sevda söyletir beni..."
Zahide öfke ve hüzün karışık baktı. Devran ona bir adım daha yaklaştı.
"Buraya gelmemin esaslı bir sebebi var aslında"
Zahide sert bir şekilde konuştu:
"Sevdanız mı?"
Devran gülümsedi.
"Evet"
Zahide yola döndü.
"Bir an önce kavuşursunuz inşAllah"
Devran onun koluna uzandı. Hafifce dokundu. Zahide hızla ona döndü.
"Daha söylemedim"
Zahide anlamaz bakışlarla baktı.
"Neyi?"
"Onu sevdiğimi..."
Tam o anda bir bağırış duyuldu:
"Geberteceğim sizi!"
Zahide korkuyla yolun aşağısına döndü. Ferman'dı, elinde silah vardı. Devran onu fark ettiğinde Zahide'yi arkasına aldı.
"Ulan, bu it için mi reddettin beni? Ferman Ağa'yı!"
Devran öfkeyle baktı.
"Defol git!"
Ferman güldü.
"Olmaz, sizin canınızı almadan gitmeyeceğim"
Silahını çekti, tam ateş edecekken Zahide Devra'nın elinden kurtulup önüne geçti. Ferman artık ateş etmişti. Zahide ellerini karnına sardığında Devran var gücüyle haykırdı:
"Zahide!.."
°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°
Mihrişah yatağında uzanmıştı. Yüzündeki gülümsemesi hiç solmuyordu. Züleyha doğurmuştu. Ay parçası gibi bir kızı olmuştu. İsmini Sevda koymayı düşünüyorlardı. Yusuf herkesi eve göndermişti. Kendisi ilgilenecekti. Mirhan zaten Mihrişah için endişeliydi. Bundan mütevellit eve dönmüşlerdi. Mihrişah ellerini karnına koydu. Onun da bizi kızı olacaktı. Bunu düşününce daha fazla gülümsedi. Göbeği hafif çıkmıştı. Çok zayıf olduğu için karnı henüz çok küçüktü. Mirhan elinde tepsiyle içeri girdi. Mihrişah gözlerini ona dikti. Mirhan tepsiyi arkasına aldı.
"Terasa çıkalım mı?"
Mihrişah merakla ona baktı.
"Olur... Elindeki ne?"
Mirhan güldü. Hızlı adımlarla terasa çıktı. Mihrişah'ta onun arkasından koştu. Tepsinin içindekileri görünce gözleri doldu. Sabah hastaneye gitmeden önce mutfağa indi. Canı çok fena ekşili köfte çekmişti. Rana yardım edecekti ama hastane olayı patladı. Rana unutmamıştı. O gelene kadar yapmıştı. Mirhan onun ellerini tuttu.
"Rana yapmış. Senin için... Sabah niye söylemedin canının çektiğini? Sen aşerecektin ve ben sürüm sürüm arayıp bulacaktım ne istiyorsan"
Mihrişah güldü.
"Onca telaşın içinde nasıl söylerdim? Doğrusu, sabah adını sayıklayarak uyandım"
Mirhan onun alnını öptü.
"Hadi Tektane, soğutmadan yiyelim"
Mihrişah oturdu. Mirhan hemen servis etti. Afiyetle yediler. Mirhan boşları alıp aşağı indi. Telefonu çalmaya başladı.
Devran arıyor...
Mirhan hemen açtı.
+Abi?
-Efendim kardeşim, nasılsın?
Devran sesi heyecanlıydı.
+Abi Mihri yanında mı? Müsait bir yere geçsene...
Mirhan endişelenmişti.
-Noldu Devran? Bir sorun yok değil mi?
+Abi senden bir şey isteyeceğim ama acil.
-Söyle kardeşim
+Şu Akça'daki Ferman Ağa'yı, Ferman Nasuh'u buldurur musun?
-Neden koçum?
+Sorma abi, sorma... Gelince anlatacağım.
-Tamam, başın dertteyse geleyim
+Yok abi benim başım dertte değil henüz. Ama o, adamın başını öyle bir dert olacağım ki, görecek kaç bucakmış dünya...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Süveyda💛
RomanceMihrişah~Mirhan💛 "Canını acıtırsam söyle" dedi, Mihrişah adamın bu lafına tebessüm etti. Kaçamak bir şekilde: "Canımı acıtman canımı acıtmaz, ruhumu acıtma yeter" dedi.