altı

474 90 68
                                    





"Kalk bakalım minik tilki!" Chan çadırın içinde uyuyan küçüğüne seslendi. Güneş doğmak üzereydi, hava açılmıştı. Jeongin biraz söylenerek üzerindeki pikeye iyice sarıldı.

"Hyung, biraz daha." Sesi uykulu ve boğuk çıktı. Chan ona gülümseyerek yerinde doğruldu ve bedenini esnetti.

Dün akşam üzeri, Chan'ın kitapta bahsettiği nehire gelmişlerdi. Aslında, büyük olanın buna pek niyeti yoktu ama Jeongin ısrar edince onu buraya getirmenin mantıklı olacağını düşünmüştü. Kaynağı bir şelale olan nehrin sesi günün her anı işitiliyordu.

Chan birkaç dakika verdi ona. Nehirin suyu bu saate daha sakin oluyordu ve günün geri kalan saatlerine göre su daha temizdi. Çadırın önünde eğildi ve içeriye baktı. Jeongin'in lacivert saçları alnına dökülmüştü. Beyaz teni üzerine giydiği siyah tişörtle daha da belli oluyordu. Bacaklarına sardığı pike tenini ortaya çıkarıyor ve onu bir bebekmiş gibi gösteriyordu. Chan ona bakarak gülümsedi ve neşeyle bir nefes aldı.

"Jeongin, kalkmıyorsan tek başıma gideceğim." Sesinin tonu normaldi. Bunu söylerken ciddi değildi, onsuz gitmek istemiyordu. Küçük olan huysuzca mırıldanınca dizlerinin üzerinde ilerleyerek yanına doğru gitti ve tam önünde durdu. Jeongin hâlâ uyuyordu.

Chan onun yanına, kolunu kendini yukarıda tutacak şekilde yaslayıp, uzandı. Önce inceledi onu. Sessiz kalarak nefeslerini dinledi. Bazen hâlâ bir rüyanın içinde olduğunu düşünüyordu. Daha sonra sanki Jeongin bunu hissetmiş gibi ona varlığını hissettiriyor ve bir rüyada olmadığını kanıtlıyordu. Bazen büyük olana sarılırdı, ya da saçlarında parmaklarını gezdirirdi.

Chan o hisle kalbinin yeniden attığını hisseder, bir rüyada olmadığını anlardı.

Parmakları usulca alnına düşen saçları geri itmek için başına yaklaştı. Hareketleri bir tüyü andırıyordu. Zarif ve hafif. Ona dokunmaya kıyamayacak kıvama geliyordu güzelliğine şahit oldukça. O narin bedeni ve saatlerce dinlemeye razı olduğu konuşması öyle zarif yapıyordu ki onu, büyük olan her an hayran oluyordu ona.

Titrek bir nefes aldı. "Innie," Sesi oldukça alçak çıktı. Sanki onu uyandırmak istemez gibiydi, fakat uyanması gerekiyordu. "Su bu saatlerde daha güzel oluyor." Mırıldandı, kelimenin gerçek anlamıyla mırıldandı. Ona bu anda bile kıyamıyordu...

Chan bir süre daha sessiz kaldı ve onu inceledi. İçinden her an bir rüyada olmamayı diledi. Bazen aynı korku sarıyordu içini, buna alışması zaman alacaktı. Birkaç dakika boyunca onu incelemeye devam etti. Sonra, Jeongin gözlerini yavaşça aralayarak baktı onu. Kollarını yukarı doğru esnetip mahmur bir şekilde gülümsedi.

"Günaydın," Chan duruşunu bozmadı ve gülümsemeye devam etti.

"Günaydın hyung," Jeongin yutkundu ve inleyerek bedenini kaldırdı. Ağzındaki tat hoşuna gitmedi. Chan ona bakıp gülümsedi usulca. "Çok fazla mı uyudum?" Sesindeki gülücük daha da güldürdü onu.

Büyük olan başını yana sallayıp onun yanına oturur pozisyona geçti. "Sadece yirmi dakika daha fazla, güneş doğdu." Jeongin başını sallarken çadırdan dışarı baktı. Karışan saçlarına elini atarak düzeltmeye çalıştı. Hâlâ uyuyormuş gibi hissediyordu.

Chan yeniden gülümsedi ve çadırdan dışarı çıktı. Jeongin'e gülümserken yanlarında getirdikleri çantadan bir şişe suyu çıkardı ve ona verdi. Küçük olan suyu alıp birkaç yudum içtikten sonra bedenini esneterek inledi. Chan onun bu haline gülümserken Jeongin'in çantasına yöneldi ve içinden şortunu çıkararak küçük olana verdi.

helios | jeongchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin