***
Nobel ödüllü James Watson ''Herhangi bir şeyin taraftarı olduğumuzu sanmıyorum. Bizler evrimin birer ürünüyüz yalnızca. 'Hey, ortada bir amaç olmadığını düşünüyorsan hayatın çok iç karartıcı olmalı,' diyebilirsiniz. Oysa ben iyi bir öğle yemeğinin hayalini kuruyorum.''demiş.
Bu sözü düşününce yoğun geçen günlerimin ancak 2 saatlik bir uyku tuttuğum günleri sorguluyorum. Amaç mı? Amaç kendini kanıtlamak , başarılı olmak , bana 2 dakika zaman ayıramayan babam beyi işte benim kızım dedirtmek -mümkün mü?- işte ben geldim diyerek üniversteden beri ayrı olduğum ülkeme gururla gitmek. Pek çok şeyi başardım önümde sadece bir şey kaldı ama-.....
''Dicle huhu! Duyuyor musun?'' Edward yanı başımda dikilirken onu fark etmemiştim.
''Ahh! Sen mi geldin Edward fark etmemiştim.'' dedim. O ise bu konularda ne kadar dikkatli olduğumu bile bile izin istemeden yanımdaki koltuğa kuruldu!..
''Geldiğimi fark etmemene şaşırdım. Normalde çok dikkatli biris-''
''Sanırım hijyen konusunda da ne kadar dikkatli olduğumu biliyorsun. Hiç dezenfekte olmuşa benzemiyorsun ve o kıyafetlerle benim kişisel odamdaki koltuğuma oturdun Edward!''
''Aman Dicle sen benim ne için geldiğimi bilmiyorsun bilsen bu koltuk umrunda bile olmaz. Hazır mısın?! Bomba geliyor...''
''Eee söyle neymiş bomba?''
''Söylüyorum. Bizim 3 ay 4 gündür üstünde çalıştığımız 'FX-543' projesi varya biz onu tamamladık ve bu cumartesi onu nükleer bomba şeklinde Türkiye'ye yollayacağız. Biliyorsun Biyo teknelojide Kanada'nın -yani bizim- önümüzdeki tek ülke. Sadece senin imzan gerekiyor.''
''HAYIR!''
''Ama Dic-''
''Ne amasından bahsediyorsun orası benim ülkem,vatanım. Ben Kanada'ya burayı biyotek.'de büyüteyim diye gelmedim!''
''Niye geldin peki?''
''Bu seni ilgilendirmez!''
''Saklayarak bir yere varamazsın Dicle.''
Gerçekten sinirlenmiştim kapıya doğru yürüyüp kapıya açtım. Çıkışı göstererek;
''Bazı işlerim var. İzninle dedim.''
O ise kolidorun sonundaki odayı göstererek;
''Yine o 'gizemli' odana çekileceksin demi? Hem bir de gizem katmak için kasıtlı olarak siyaha boyatmışsın kapısını. İçini hiç göremedik de...''
''Sonra görüşürüz Edward.'' deyip kayıyı kapattım. Daha doğrusu kovmaktan beter ettim. Ama hak etmişti. Bana ülkemi bombalamalarına izin vermemi istemişti. Ne kadar nükleer bomba o herkesin bildiği bomba olmasada oradaki internetin ve tüm iletişim ağlarının bir haftaığına iptal olması gibi bir şeydi. Buda toplumsal kaosa sebep doğururdu.
Kanada da bu kaostan yararlanıp biyotek.'te öne geçip dünya birincesi olmayı hedefliyordu.Ama ama bu benim yapacağım en son şeydi. Kıyamet falan koparsa bi ihtimal ama çok az bi ihtimal!...
Bu düşüncelerden sıyrılıp Edward'ın dediği o odaya gittim. Buraya benim dışımda kimse girmezdi.Yani giremezdi. Herhangi bir yasak yoktu ama arkadaşlarım meslektaşlarım ve plazada ki çalışanlar -buraya çok nadir gelseler de- buraya girilmeyeceğini bilirdi.
Ortadaki masanın üstünden telefonumu aldım. Bir çok bildirim vardı:
Üç Cevapsız Arama:
Edward
İki Cevapsız arama:
inci
Bir Cevapsız Arama:
Naz
Whatsapp'tan gelen 33 bildirim.
İnstagram'dan 19 mesaj 47 diğer.
Hepsini görmezden gelerek bilgisayarımı açtım. Bugün doktorumdan bir e-mail bekliyordum dün ki yapılan tahliller için. Bu tarz tahlil sonuçlarını genelde mail yoluyla gönderdi. Ama henüz mail gelmemişti. Muhtemelen işi aksamıştı.
Zaten çokta önemli bir konu değildi. Bana kalsa boşuna zaman israfıydı. Sadece ara sıra sebepsiz yere burnum kanıyor ve her zamankinin aksine saçlarım dökülüyordu. İnternetten baktığımda muhtemel demir eksikliği dese de doktorm bunu önemsememiş. Bir sürü 'gereksiz' test istemişti.
Ben bu düşüncelerle diğer maillere bakarken tam o sırada teefonum çalmaya başladı. Aslında açmayacaktım ama ekranda;
'Doktor Hector tarafından yapılan arama' yazısını görünce mecbur açmam gerektiğini anlamıştım. Telofonu açtım.
''Merhaba doktor bey nasılsınız?'' dedim. Kaç yıldır buralarda yaşadığımdan olsa gerek aksanım tıpkı bir ingiliz gibiydi. Doktor ise her zamanki sert sesiyle;
''Dicle hemen ofisime gel.'' dedi. Yani hemen ofisine gitmemi istiyordu.
''Bi sorun mu var?!''
''Görüşürüz Dicle.''
Tahlil sonuçları hakkındadır diye düşünüyorum. Ama yinede mail değilde neden ofisine çağırdığını merak ediyordum. İçimde sebepsiz bir kuşku olsada bunu görmezden geldim.Tabii o sırada trafikte bu Kanadalı insanlaın samimiyetsizliğinden dert yanıp 'Türk' iç duygularımla zararsız küfürler savuruyordum arabanın içine.
Yoğun geçen bir trafiğin ardından ofise varmıştım. On yedinci katta Doctor Hector bulunuyordu. Türkiyede uzun sayılacak ama Kanadada 'Aaa! Ne kadar çabuk geldi denilecek bir süre asansör bekledim ve ofise kapıyı duyulur duyulmaz çalıp içeri girdim.
Doktor Hector cam kenarı masasında 'huysuz huysuz' bazı raporlara bakıyordu.
Geldiğimi görünce kalktı. Ve sandalyeyi göstererek;
''Otur istersen.'' dedi. Oturdum elindeki raporu bana uzattı aldım. Çoğu şeyi anlamadım sadece içinde bizim sektöründe kullandığı bazı terimler vardı. Kağıdı elimden alırken;
''Bir şey anladın mı?''diye sordu.
''Hayır''
'Pardonda o kadar okumuş adamsın o karmaşık terimlerden bir biyotekneloji mühendisi olarak ne anlayabilirim APTAL!'-iç sesim-
Bunları içimden onun yüzüne söylerken oda;
''Tamam zaten anlamnı beklemiyordum. E, şimdi şunu söylebilirim ki vücudunda çok akıllı olduğunu düşündüğümüz bir kanser var. Sorun şu ki ileri düzey bir kanser ve hemen tedaviye başlamamız gerekiyor. İstersen hemen hastaneye yatışını alalım.''
Bir an sadece donup kaldım. Aklım zihnim durmuştu. O an belki de ağzımdan benim bile haberim olmadan;
''Şaka mı?'' kelimeleri döküldü.
''HAYIR tabii ki Dicle! Evet cevabın nedir?''
''Cevabımı hiçbir zaman öğrenemeyeceksiniz!'' diyip dışarı çıkmıştım.
Arkamdan seslendilermi ondan bile haberim yoktu. Seslenmeleri de çok önemli değildi zaten. Sadece gözümün önüne annem geliyordu. Gözümün önünde eriyip giden annem...
Olamazdı , olmamalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HÜCRELERİMİN SAVAŞI
General Fiction24 yaşında bir kızın ne gibi dertleri olabilir. Okul,dersler,aile....ve pek çoğu. Ama benim hikayem farklıydı...Hücrelerimi ele geçiren kanserle mücadelem ben farkında olmadan başlamıştı. Sürprizim olan bu hasatlık hayatıma yeni bir pencere açıyordu...