yeonjun
"hep böyle kaçacak mısın, choi?"
dişlerimi sıktım, işte başlıyorduk. "yine ne istiyorsun huening?"
aslında, bu kadar sinir bozucu olmasa tatlı biri sanardım onu. siyah kıvırcık saçları ve temiz bir yüzü vardı, okulun tenis yarışmalarında da bizi temsil eden hep o olurdu. yani dışarıdan bakan biri için klasik örnek öğrenci modeliydi.
ama gerçekte öyle miydi? alakası yok.
devamlı kızlarla yatan, onların duygularıyla oynayan biri değildi elbette fakat kur yapmayı çok iyi beceriyordu. daha önce ondan büyük olmamıza rağmen bizim sınıftaki kızların kai'dan nasıl aşkla bahsettiğini duymuştum. hadi ama, cidden böyle birine mi aşıktılar?
sanırım onunla sorunu olan tek kişi bendim, ilginç bir şekilde öğrencilerin çoğu kai'ı arkadaş olarak görüyor ve onu her yere davet ediyordu. en yakın arkadaşım seonghwa'nın doğum gününde bile bu çocuğu görüyorsam bir şeyler ters gidiyor demekti.
kollarını iki yanına indirdi ve alayla gülümsedi. "bir şey istemiyorum, ama neden geldiğimi çok iyi biliyorsun."
evet, ruh eşi meselesi. cidden ruh eşimin abd başkanı olmasını bile beklerdim fakat huening kai? bu evrenin bir şakası olmalıydı.
sınıflarının kapısından bizi izleyen işsizleri görünce göz devirip fısıldadım. "daha rahat konuşabileceğimiz bir yere gidelim."
kaşlarını çattığında arkamızdaki bizi dinlediği açıkça belli olan kızı fark etmiş olacak ki beni şaşırtarak başını salladı. ben önde o arkada koridorun sonundaki tuvalete giderken bir anda bana omuz atıp önüme geçti. biri ona seneye liseyi bitirip üniversiteye geçeceğini hatırlatsa iyi olurdu çünkü ilkokuldaymış gibi davranıyordu.
sadece birkaç kişinin olduğu tuvalete girdik. onu görenler direkt selam vermeye başladı ve süper ego da bana takındığı suratın aksine kocaman bir gülümsemeyle onlara karşılık verdi.
sırtımı lavabolar ve kabinler arasında duran küçük duvara yaslayıp ellerimi pantolonumun cebine soktum. bay jung'u kızdırmadan derse gitmem gerekiyordu, bir an önce şu konuşmayı yapıp yollarımıza devam etmeliydik.
arkadaşlarıyla konuşmayı bitirip tekrar ifadesiz suratıyla bana döndü. istemsizce canım sıkılınca sertçe fikrimi söyledim. "bağ kurmadan önce birbirimizden uzak durmamız en iyisi."
bir anlığına şaşkınca gözleri büyüse de hemen dikleşti. "ben de öyle düşünüyordum."
bağ kurmak, ruh eşlerinin birbirini kabul etmesi demekti. eskiden insanlar ruh eşlerini reddedenlerin öldüklerini falan söylese de bunların tamamen palavra olduğunu düşünüyordum. ruh eşim olsa ne olurdu, olmasa ne olurdu. hem bağ kurmak demek artık ruh eşinin hislerini hissetmek, onsuz kalamamak demekti. ikimizin arasındaki şeyin buna izin vereceğini sanmıyordum.
"o zaman bundan sonra kavga yok. mümkün oldukça aynı ortamda bile bulunmamamız gerek. sen de şu çocuksu nefretine son ver."
boş boş suratıma baktı, normalde terslemesi gerekiyordu. birkaç saniye süren sessizliği sakince bozdu. "tamam, uzak duracağım. zaten seninle bağ kuracağıma ömrümün sonuna kadar babamla yaşarım daha iyi."
en son söylediği şeyi kısık sesle söylemiş, hatta en sonunu sadece mırıldanmıştı. ne dediğini duysam da hiçbir şey anlamamıştım.
yine aynı sessizliğin uzayıp gideceğini anlayınca sırtımı duvardan ayırıp yavaşça omzuna vurdum. "görüşmemek üzere kai, sonraki hayatında sana başarılar. beni özlersen eğer ağlayarak günlüğüne yaz."
nihayet düz ifadesi bozulup sinirli bir hâle bürününce sırıtıp tuvaletten çıktım. neden bilmiyorum ama sinirli yüzü bile boş ifadesinden daha katlanılabilirdi.
---
hatelove güzel de hate kısmı beni yoruyor, yine de yeonkai'ı çok seviyorum
ŞİMDİ OKUDUĞUN
savage love, yeonkai
Fanfictionokulun birbirlerinden nefret eden iki popüler çocuğu bir sabah ruh eşi dövmeleriyle uyanırlar. soulmate au düzyazı ©rozeixs | 22.02.2021