iç çektim.Buğulu camın ardında ki yanan şehre baktım. Masmavi olan gökyüzü, bir anda turuncu olmuştu.
Yanan binaları söndürmeye çalışan araçlar, insanlar hepsi gözümün önünden su gibi geçmişti. Alevler gökyüzüne ulaşırken sessizce bir iç çekişle gözümden bir damla yaş düştü.
Kalbimin en derinlerinde olan acıyı hissettim. Kalp acısı ruhsal olsa bile bunu insan bedeninde hissediyorsunuz ve gerçekten çok kötü bir his.
Acıyı bastırmaya çalışırken gözlerimi kapattım. Burnuma şehrin yanmış kokusu gelmişti. Koku bütün iliklerime işlerken annemin endişeli sesini duydum.
"Açmıyor işte açmıyor!"
Bilmem kaç kere ama annem babamı sabahtan beri arıyordu. Onum elınden telefonu düşürmediği gibi bende gözlerimi camdan alamamıştım.
Babam doktordu. İşi tarafından sevilen sayılan bir doktordu. Gökdeniz Demir. Benim çocukluğumun kahramanı, benim en yakın arkadasım olan babam...
Babamın çalıştığı hastanede yangın çıkmıştı daha sonra şehire yayılmıştı. Yangının kaynağı bilinmiyordu ama suikast olduğunu düşünüyorlardı.
Bunun sadece hastaneyi ateşe verdıklerıyle kalmayıp bir kaç bina ve sosyal yerleri de verdiklerini söylüyorlardı.
"Babam yaşıyor mudur?"
Kurumuş dudaklarımdan çıkan kelime annemi yerinde dondurmustu. Sırtım ona dönük olsa bile annemin surat ifadesini anlayabiliyordum. Çaresizlik.
"Baban çok güçlü birisi."
Yavaşça bana yaklaşıp omzuma dokundu.
"Baban bizi bırakamaz..."
Yavaşça ona döndüm. Kıpkırmızı yeşil gözleri ile karşılaştım. Dün akşamdan beri ne uyumuş ne yemek yemişti.
"Ya bırakırsa?"
dedim titreyen sesimle. İkimizinde canı çok yanıyordu. Ama annem güçlü durmam için soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu.
"Öyle birşey olmayacak söz veriyorum."
Bana sıkıca sarılmış siyah saçlarımı okşamıştı. Bende ona sarılmış güzel kokusunu içime çekmiştim.
Anneler yalan söylemezdi değil mi?
O sırada açık olan televizyondan haber spikeri konuşmaya başlamıştı. Annemle ikimiz yavaşça birbirimizden ayrılıp televizyona pür dikkat kitlenmiştik.
Spiker babamın çalıştığı hastanenin önünde durmuş birşeyler konusuyordu. Fakat ben arkasında ki kömür olmuş hastaneye bakıyordum.
Nefes alıp verişim hızkanırken bir spikere bakıyor bir hastaneye bakıyordum.
O sırada spikerin bir cümlesine odaklanmıştı beynim.
"Canlı çıkan olmadı."
Kulaklarım uğuldarken bir an nefes alıp alamadığını anlamaya çalıştım. Ellerim, ayaklarım, bedenim titremeye başlamıştı.
"Anne..."
Cümlemin devamını getiremeden ağzımdan hıçkırık kopmuştu. Gözlerimde ki yaşlar deli gibi akarken yüzümü annemin boynuna gömmüştüm.
Annem yavaşça benden ayrılıp iki eli ile kafamı arasına alıp yeşil gözlerini kahverengi gözlerime odaklamıştı.
"Baban bizi bırakmaz, bırakmayacakta."
Yanaklarımdan akan her bir damla tanesini ellerı ile silip alnıma ufak bir öpücük kondurdu.
"Ben inanıyorum baban gelecek. "
Duraksadım. "Ya gelmezse?"
İki kelimenin ağzımdan çıkmasına engel olamamıştım.
"Gelecek. Sana söz veriyorum bebeğim."
Gözlerimin arkasında ki yaşlar hala yerinde dururken spikerin arkasında ki kargaşa ve protesto ilgimi çekmişti.
İnsanlar ellerinde ki silah ve sopalar ile birbirlerini vuruyor, zarar veriyorlardı.
Şehir birbirine girmişti.
Polis sirenleri, insanların gürültüsü, silahların sesi, sönmeyen alevler, yoğun duman kokusu...
annem hızla camı kapatmış perdeleri çekmişti. Ardından çelik kapıyı 2-3 kez kitlemişti.
Annem güzel bir kadındı. Kumral saçları, yeşil gözleri, güzel fiziği ile hiçte otuzlu yaşlarında durmuyordu.
Annem, Rana Demir çok özel ve eğlenceli bir insandı. İş hayatında da başarılı bir kadındı. Avukat olmayı çok severdi. Tam bir adalet kadınıydı, haksızlığa tahammül edemezdi. Özellikle günümüz kadın şiddetlerine görmezden gelemezdi. Bir kadın olarak kendiyle gurur duyuyordu duymalıydıda. Ne de olsa böyle bir devirde kadın olarak yaşamak çok zor değil miydi?
Annem dağınık saçlarını geriye atıp telefona yeniden sarıldı. Fakat telefondan sinyal yok çağrısı gelince annem sinirle telefonu duvara fırlatmıştı.
Annem ve babam birbirini çok seviyordu. Liseden beri tanışıyorlarmış zaten. Söylediklerine göre babam annemin gözlerine, annem babamın azmine aşık olmuş. Liseden beri de hiç ayrılmamışlar araya ayrı şehirler, okullar, engeller girse bile.
Ve bu yüzden annem babamın ölmüş olma ihtimaline inanmıyordu, inanmak istemiyordu doğrusu.
"Allah kahretsin!"
Ona yaklaşacakken annem ağladığını görmeyeyim diye elleri ile yüzünü kapatmıştı.
"Odana git Eflal."
Hâlâ yerimde durduğumu görünce sesini yükseltmişti.
"Odana git dedim Eflal, yarın konuşuruz."
Sessizce arkamı dönüp odama girmiştim. Kapıyı kapatıp arkama yaslandım ve gözlerimi kapattım. Bu bir rüya olabilir miydi? Ya da bir eşşek şakası falan.
Kaldıramıyordum.
Yatağıma girip pembe yorganımı üzerime çektim. Siyah tavana bakarken içimde ufakta olsa bir umut kırıntısı kalmıştı.
Ya annemin dediği gibi babam ölmediyse ya da o yangından önce hastaneden ayrıldıysa. Sadece bize ulasamıyorsa? Ya oralarda bir yerde bizi bekliyorsa?
Gözlerimi sıkıca kapatıp bu olanların sadece bir rüya olduğunu düşündüm. Şehrin sessiz çığlıkları kulaklarımı doldururken kafamı iyice yastığa gömdüm.
Benim hikâyemde burada başlıyordu işte.
Ben Eflal Demir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
13 Kart
Teen FictionSoluk soluğa kalırken bir elim ile ağzımı kapattım. Sırtımı duvara vermiş alnıma yapışan bir kaç soğuk ter damlası boynuma inmişti. "Hadi ama hiç canın sıkılmıyor mu?" İyice duvara sinmiş arkamda ki karanlık gölgeden saklanmaya çalışıyordum. O kada...