cafe universe'te sıradan bir gün

71 4 2
                                    

O sene kasım ayının on dördü, son elli yılın en soğuk ve talihsiz sabahını da beraberinde getirmişti. Söylenene göre şehrin dört bir yanından esen bilmem ne rüzgarları düşen sıcaklıklarla birleşecek, merkür venüsle el el tutuşup dünyanın üstüne atlayacak ve Thanos eldivenini nereye bıraktığını hatırlamaya çalışırken Gryffindor on puan daha kazanacaktı. Tüm fantastik ve bilimsel olguların barışık olduğu muhtemelen tek gündü ancak özetle ağzımıza edileceğini söylemeye çalıştıkları için sevinemiyordum bile. Bunun yerine sessizce lattemi yudumluyor, gün yüzü görmeyen burcuma ve Slytherin'e seçildiğim güne lanet okuyordum.

Cafe Universe'te oturuyoruz. Yoongi büyük bir dikkatle telefonundaki sarışın spikeri dinlerken akşamüstü çıkacak fırtınayı ve muhtemelen öğleden sonraki dersten nasıl döneceğini düşünüyor. Bir an olsun onun peşinden ayrılmayan süs köpeği Jimin elini yanağına yaslamış üzgün bir ifadeyle kedi suratlı adamını seyrediyor. Üzgün bir ifade takınıyor çünkü falcısının saydığı bugünün bahtsız bedevi burçları arasında sevdiceğininki de var. Jimin o manyak kadının sözlerine, en az Yoongi'ye olan aşkına inandığı kadar inanıyor.

Ahretliğim Jongin ise yüzünü oturduğu kahverengi sedirin sırt tarafına çevirmiş, kafasını mirket gibi kaldırıp kapı ve saat arasında mekik dokuyor. Ona ürkütücü bir sapık gibi davranmayı bırakmasını, bunun işleri daha da batıracağını söylüyorum. Bu konuşmayı günde üç kez yapmıyormuşuz gibi yüzünü bana çevirip omuz silkiyor. Ayıcıklı ojelerle dolaşan yirmi küsür yaşlarında bir oğlanın 'sapık'tan çok 'garip' olarak sıfatlandırılacağını o da biliyor. Bense lattemi höpürdetirken uykulu gözlerimi kırpıştırıyor ve yine de ürkütücü olduğunu homurdanıyorum.

Yani tüm o felaket tellallarına ve kafamızın üstünde dönüp duran kara bulutlara rağmen sıradan günlerden birini yaşıyoruz. Cafe Universe'te sıradan bir gün tam olarak böyle başlıyor.

"Jongin arkana bakmayı kes, yine boynun tutulacak."

Acı kahvesini dudaklarından çekip sakince mırıldanan Yoongi'nin sözlerine rağmen bizimki aptal bakışlarla tam gerisinde kalan kapıyı seyretmeyi sürdürdüğünde oğlunun göz göre göre eriyip gidişini izleyen anne edasıyla çaresizce iki yana salladım başımı.

"Sen gerçekten iflah olmazsın."

Jimin pamuk şeker pembesi saçlarını karıştırırken "Bunu anlamış olmalıydın." diye mırıldandı yarım bir gülüşle. "Bacağını beşinci incitişinden hemen sonraki gün kursa geldiğinde."

"Herhangi bir şeyi daha bale kadar sevebileceğini hiç düşünmezdim." dedim aklı bir karış havada olan Jongin'i seyretmeyi sürdürürken. Jimin hemen yanındaydı, ben ve Yoongi karşısında oturuyorduk. Yani duyabileceği bir mesafedeydik ancak duyuyormuş gibi görünmüyordu. "Bale zaten tek başına onu öldürmeye yetiyor."

"Sessiz olun." dedi Jongin en sonunda telaşlı ama kısık bir sesle. Düz siyah saçları neredeyse göz kapaklarına değiyordu. "Saat sekiz olmak üzere, dikkat çekmeyin."

Bunu söylediği sırada hala aynı pozisyonda kapıyı süzüyordu. "Evet," diye mırıldandı Yoongi boş gözlerle. "Kesinlikle dikkat çeken biziz."

Ona acı çektirdiği için tüm bunları onaylamasak da, üzücü bir biçimde şu hayatta başka eğlencemiz olmadığından ara sıra biz de kapıyı süzer olmuştuk. Sekize üç vardı. Jongin'in gergin kıpırdanışları bizi de geriyordu zira beş dakika içinde burada olmazsa büyük ihtimalle bugün gelemeyecek demekti. Ahretliğimin günlük neşe seviyesi bu küçücük ana bağlıydı.

"Geldi."

Camekanın ardındaki beden görüş alanımıza girdiğinde Jongin anında bize döndü ve olabildiğince sakin görünmeye çalışan bir suratla, istisnasız her sabah yedi buçuktan sekize kadar kimsenin yolunu gözlemiyormuş ve bu sırada lattesi buz gibi olmuyormuş gibi karton bardaktan minik bir yudum aldı. Gerginlikten eli titriyordu. Kapının hareketlenmesiyle tepesindeki çan hafifçe sallanırken tüm bunlardan habersiz Kim Jennie manken yürüyüşüyle içeri girdi. Siyah kot pantolonunun üzerine krem rengi polar bir ceket geçirmiş, saçlarını salık bırakmıştı.

kazılı kuyum // chanbaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin