Yıl 2018
Praven kasabasında bir yaz akşamındayım. Hava oldukça sıcak güneş kavurucu etkisini yavaşça kaybetmekte kasaba sakinleri ise gitgide rahatlamaktadır. Güneş batmaya başladıkça hava kıpkırmızı renge bürünmüş, güneş muazzam boyutuyla adeta yeryüzüne değecek şekilde müthiş bir manzara oluşturdu. Hafif hafif esen yel insana tarif edilemez sevinç veriyor. Akşam serinliğinin tadına varmak için yürüyüşe çıktım. Yollarda insanlar da benim gibi düşünüp serinlemek için yürüyüşe çıkmışlar. "Zaten toplasan elli dört kişinin yaşadığı bir kasaba burası ne kadar kişi yürüyüşe çıkmış olabilir ki " derken yolun sağından ve solundan en az otuz kişinin de olduğunu gördüm. Anlaşılan herkes çıkmış gibi görünüyor. Sağ taraftan annesinin elinden tutup seksek oynayarak ilerleyen kız çocuğu, tam karşıdan ise babasının eline bırakıp koşmak isteyen erkek çocuğu babasını çekiştirirken omuzuma doğru düştü. Babası özür diler gibi bir ifadeyle bana baktı. Ben ise sorun değil anlamında mimiklerimi oynattım. Biraz daha ilerledikten sonra kahvenin önünde Bilal Amcayla karşılaştım. Selam vermek üzere kahvenin önüne doğru yürüdüm. "Selamünaleyküm Bilal Amca." Bilal Amca beni görünce duraksadı. "Aleykümselam aslan parçası nasılsın bakalım nasıl gidiyor işler."
Düşünmeye başladım. Acaba benim henüz işe başlamadığımı bilmiyor mu? Sonuçta askerden yeni geldim. İş bulmak kolay değil... "Mühendis oldum." diye hemen iş bulacağımı mı düşünüyor. Ben şimdi bunu nasıl açıklayacağım anlatamam ki... Şimdi ben bu adama laf diye düşünürken, Bilal amca benim düşüncelerimi okumuşçasına bana seslendi; "Ne düşündün be evlat alt tarafı nasıl gidiyor işler dedim. Ben senin askerden geldiğini bilmiyor muyum sanki, kaldır başını bakayım asma suratını hayat nasıl diye sordum ben." Bunu duyunca biraz olsun rahatlamıştım. "He amca iyiyim. Kusura bakma bu aralar iş bulmaya çalışıyorum da canım sıkkın." Omuzuma kolunu atıp; "Sıkma canını evlat bulunur bir iş elbet." Kafamı umutsuzca sağa sola salladıktan sonra; "Orası öylede amca üstümde çok emeğiniz var. Ben sizin emeklerinizi boşa çıkartırsam kendimi affetmem." Bunu duyunca sinirlenen Bilal Amca; "Öyle şey olur mu hiç... Biz senin içini dışını biliyoruz aslanım sen canını sıkma elbet bulunur bir iş." Bunu duyunca ister istemez gülümsedim. "Sağ ol amca inşallah dediğin gibi olur." dedim. Bilal Amca yanımdan geçerken "Olur olur neyse benim işim var evlat hadi Allaha emanet ol." dedi. "Sende amca görüşürüz."
Bilal Amcanın bende emeği çoktur. Beni ailem dışlamışken Bilal Amca tam tersine bana kol kanat germiştir. Allah var baba gibi adamdır, hele ki görünüşü heybetli mi heybetli kapı gibi adamdır. Dostuna güven düşmanına korku salar. O yüzden belki de ona diş geçirecek hiçbir düşmanı olmamıştır. Bir seksen beş boyunda doksan kilolu iri yapılı kel ama gençlik fotoğraflarında uzun saçları varmış. Özellikle seksenler modası varken. Biraz benim şimdiki tipimin nostalji hali gibi diyebilirim. Bunu kendimi övmek için söylemiyorum tabi ki de. Esmer siyah saçlı kalın kaşları vardır. Gri bir bıyığı vardır ama arada siyah tüyler de bulunur. Ben bildim bileli aynı bıyıkla gezer.
Kafamdan bunları geçirirken acaba dedim bu Bilal Amca benim akrabam mı? Yok ama imkânsız öyle olsa onu daha önce tanırdım. Ben onu tanıdığımda ailem tarafından dışlanmıştım. Kimsenin bilmediği yerlerde dolaşırken birdenbire karşıma çıkıp beni sahiplenmişti. Ailemin beni neden dışladığını anlattığımda ise benden nefret etmeyip bana inanıp bana güvenmişti.
Artık eve gitme zamanı geldi. Sokakta kimse kalmamış herkes eve çekilmişti bense derin düşüncelere dalmış olmamdan olacak ki hava zifir karanlık olmuş ve ben daha yeni farkına varmıştım. Yıl iki bin on sekiz ama burada hala sokak lambası yok. Tuşlu telefonlarda bulunan el fenerini açtıktan sonra eve gittim. Fakirliğin gözü kör olsun ve gururum. Bilal Amca elli defa söylemiştir, sana yeni telefon alalım oğlum artık bu hışırlarla uğraşma diye ama ben diler miyim? Gururluyum ya kabul etmem! Üzerime beyaz üzerine mavi çizgili pijamalarımı giydikten sonra yatağa uzandım. Ve hayal alemindeyken birden telefon çaldı. Arayanın numarası kayıtlı değildi. Şirket numarasına benziyor. Bu saatte telefonun çalması ise çok garipti. Yine operatör şirketi aramıştır. Şöyle tarifelerimiz var böyle tarifelerimiz var diye başlarlar. Neyse açmayacağım gece gece kimseyle uğraşamam. Çağrıyı reddettim, komodinin üstüne koyduktan sonra telefon tekrardan çaldı. Bir insana bu kadar üstelenmez ki, açmadıysam tekrar aramanın anlamı ne yani? Bir nefretle telefonu açtım. "Merhaba Umut Bey ile mi görüşüyorum?" Bir bayan sesiydi. Sövmek olmazdı ama en azından kızgınlığımı dile getirmem lazımdı. Artık aramalarından iyice bunalmıştım çünkü; "Buyurun benim." Tam teklifinizle ilgilenmiyorum diyecek iken; "Şirketimize iş başvurusunda bulunmuşsunuz." dedi. Ben iyice telaşlanmıştım. Hiç beklemediğim bir anda beni aramıştı üstelik bu saatte. Telefondaki bayanı bir anda unutmuştum. Panikle cevap verdim. "Nereden arıyordunuz?"
"Erde Teknoloji Grubu." Bunu duyunca iyice heyecanlanmıştım. Bu benim zirve olarak gördüğüm bir şirketti ama ilk işim olabilirdi.
"Evet bulunmuştum."
"Sizinle görüşmek için sizi şirketimize bekliyoruz."
"Ne zaman?"
"Şimdi."
"Saat biraz geç değil mi?"
"Bir problem olur mu?"
"Yok olmaz geliyorum."
"Bekliyoruz."
"Tamam görüşürüz."
Yan binada bulunan Aslan Abinin yanına gittim. Kendisi benim öz abim gibidir. Benim abim olmasa da onun sayesinde yokluğunu hissetmem. O da benim gibi Bilal Amcayı babası olarak görür. Aslan Abimin fazla iyi olmasa da eski model bir Ford Taunus'u vardır. Ondan arabayı ödünç olarak istedim. Zaten iş başvurusu deyince zaten havalara uçtular o yüzden arabayı vermesi o kadar da zor olmadı.
Arabaya bindiğimde eski zamanlarda yaşadığımı hissetim bir an... Arabanın motoru kararlı bir şekilde çalışıyordu resmen ben buradayım diyordu. Gaza bastığımda yaşına bakmadan bir hızla kalkışa geçti. İyice sürmeyi heveslendiğimden kısa sürede şirkete vardım.
Bir ormana gelmiştim. Orman çok ıssız bir ormana benziyordu. Bu saate burada olmam hiç te normal değildi ama internetten baktığımda adres doğru gözüküyordu. Böyle büyük bir şirketin beni korkutmak için böyle bir yapması mümkün değildi zaten. Adrese doğru ilerledikçe içim iyice ürpermeye başlamıştı. Ağaç alanının ortasında bir bina yanında ise atölye tarzı bir bina daha bulunuyordu. Bu iki bina iç içeydi zaten. Ağaçların arasından korkunç sesler duymaya başlamıştım. Ses gitgide yaklaşmış ben iyice yusuf yusuf etmeye başlamışken birden karşımda belirdi. Köpekler sürü halinde gezmekte ve bana doğru yaklaşmaktaydı. Yolun ilerisin de yollar iyice çamurlaşmış aynı bataklık görüntüsü oluşturmuştu. Araba evet güzeldi ama bu engeli geçmesine imkânı yoktu. O yüzden arabayı binaya dört yüz metre uzağa bırakmak zorunda kaldım. Ayağım birden bir boşluğa düşünce afalladım. Yere doğru baktığımda bir çöküntü olduğunu fark ettim. Çöküntüden çıkıp yürümeye devam ediyorum ama yürüdükçe ağaç dalları gölgeleri artık daha korkunç hale geliyor. Ormanın içinde bir hareketlilik var dallar hep sallanmakta. İşin kötüsü rüzgâr yok sıfır kilometre burada. İyice korkmuşken, yolun ortasına atlayan köpek iyice adımlarımı hızlandırdı. Binaya yaklaşmıştım. Köpek birden bana doğru hırlayıp koşmaya başladı. Bende ayaklarımı kıçıma vura vura koşmaya başladım. Ve nihayet kendimi içeri attım. Yalnız burada kimsenin olduğunu düşünmüyordum. Kapının önünden soluklanırken birden kapı kapandı dışarıdan kilitlendi. Biri kapıyı kilitlemişti. Belki de bir tuzaktı!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaçınılmaz Son
Mystery / ThrillerHayatta kaçamayacağın tek şey gerçeklerdir. "Bir gün döner dolaşır yine seni bulur" Acı gerçeklerden kaçmaya çalışan bir gencin hikayesi