the

90 11 5
                                        

Seonghwa dokunmaya kıyamadığı bedeni toprak altına koyunca tutamadı gözyaşlarını. Öylece yanaklarından süzülmesine izin vermişti. Her şey bitmiş miydi onun için? Bitmişti. Yanında kimsesi yoktu artık. Annesi, babası ve sevgilisinin ailesi onlar birlikte olursa artık onları evlat olarak görmeyeceklerini, kendilerine sahip çıkmayacaklarını söylemişlerdi. Bu birbiri için yanıp tutuşan beden kabullenmişlerdi. Kaderleri karşılarındaki için yazılmıştı, çok aşık iki beden, tadına doyum olmayan dudaklar, kahverengi fakat birbirine değince gökyüzündeki yıldızlardan farksız iki çift göz, elleri birbirini kenetlesin diye varolmuş parmaklar.. Her şeyleri birbiri içindi. Tek sorun ayrılmışlardı kısa süreliğine, birbirini çok seven iki insan. Hongjoong Seonghwa'yı bekliyordu. Biliyordu, zamanı geldiğinde o da gelecekti yanına. Can acıtan sırıtışını takındı yüzüne Hwa, gülüyordu ama yaşlar firar ediyordu gözlerinden. Son kez bakt mezarına, arkasını döndü ve fısıldadı hafifçe,,

"Geleceğim Sevgilim, bizim bizden başka kimsemiz yok. Sen bensiz, ben sensiz ne yaparım buralarda? Geleceğim güzelim, geleceğim meleğim. Yeryüzündeki kanatsız meleğim şimdi kanatlarını takınmış, gökyüzünde bir melek olmuş beni bekliyor. Onu bekletemem."

Arabasına bindi ve kafasını geriye attı uzun beden. Ağlaması şiddetlenmişti, hemen şimdi istiyordu gitmeyi. Her şeyinden çok seviyordu onu. Doğruldu, yavaşça arabayı çalıştırdı. İçinden dua ediyordu 'Tanrım al canımı' diyerekten. Evine yol aldı ağırdan ağırdan.

Bilindik kapıya geldiğinde durdurdu arabasını, yan koltuğun önünde duran aynanın yanına sıkıştırılmış bir kağıt parçası aldı eline. Cebine atıp arabadan çıktı. Evine girdiğinde ayakkabılarını çıkarıp içeriye seslendi,,

"Hongjoong, sevgiliimm." duraksadı

"Ah unutmuşum. O kadar alışamadım ki gidişine, her eve gelişimde sesleniyorum sana bebeğim." kendini salona sürükledi ve koltuğa attı. Cebinden arabada bulduğu notu çıkardı, notu okudu acı dolu sırıtışı ile,,

"Seonghwa meleğim, şu an beni hastaneye götürüyorsun ve geri getiremeyeceksin. Bunu sen de biliyorsun neden benimle inatlaşıyorsun? Beni unutma, istesen de yapamazsın zaten. Biliyorum ben hayat eşimi. Seni çok seviyorum, bizim için bir şarkı yazmıştım lise zamanlarımızda şimdi vermek nasip olmuş kaderimize. Eğer olurda bu kağıdı bulursan şarkımızı çalar mısın? Notalar ve sözler televizyonun altındaki çekmecede. Sesin öyle güzel ki, keşke dinleyebilseydim. Umarım ben gitmeden görürsün bunu. Bizim şarkımızı söyle, bir tek kendine söyle ama bizim olsun.
-Kim Hongjoong"

Gözyaşları aralıksız akarken hıçkırıkları evin duvarlarından çıkıcak derecede yükselmişti. Hemen kalkıp çekmeceden kağıt parçasını eline alıp piyanonun olduğu odaya doğru koştu. Çalmayı az çok sevgilisinden biliyordu ama deneyecekti onun için. Olmadı düzgün çalmayı becerene kadar yaşayacaktı. Kağıdı yerine koydu ve notalara baktı. İlk önce sadece çaldı. Durmadan tekrar etti. 1 saate yakın bir süre boyunca çaldı. Artık çözmüştü şarkıyı. Gözlerini kapatıp denedi ilk sefer, pek düzensiz çıktı notalar. Durmadı denedi, olana kadar denedi. Bir süre sonra onun parmakları da yorulmuştu. Acıyorlardı fakat kalbi kadar değildi. Kafaya takmıştı, çalana kadar deneyecekti. Sonunda olmuştu, çalmaktan adam akıllı dinleyememişti parçayı. Şimdi dinleyecek ve çalacaktı. Gözünü kapattı ve çalmaya başladı. Saatin bu denli geç olmasını umursamadan çalmıştı. Bi süre sonra yanına Hongjoong gelmişti. Boynundan sarıldı ona sıkıca.

"Çok güzel çalıyorsun bebeğim."

"Senden kaptım bir şeyler."

Yanağına küçük bir öpücük kondurdu Hongjoong.

"Bu dudaklar ne de yumuşakmış bayım, tatları da böylesi yumuşak mı yoksa onların aksine acı ve yaralayan türden mi?"

Gülümsedi Hongjoong, acılı gülümsemesini sundu Seonghwa'ya.

"Acıtan türden beyefendi."

"Ah, acılara koşmayı severim. Sanırım tadına bakmalıyım, hm?"

"Acım sizin canınızı yakar, izin veremem buna."

"Benim yaptığımı yap Hongjoong, sonunu bile bile izin ver, öpeyim seni."

Ayağa kalktı Seonghwa, Hongjoong ise gülerek ondan kaçıyordu. Ufak çaplı kovalamaca oynamışlardı. En sonunda Seonghwa, Hongjoong'u köşede sıkıştırmayı başarmıştı. Orada buluşturdu dudaklarını onunkilerle, acı tadı vardı evet ama sarhoş edebiliyordu. Seonghwa ne kadar alkol oranı yüksek şeyler tüketse de böylesi sarhoşluğu yaşamamıştı hayatında. Elini Hongjoong'un beline attığında acı saplandı eline. Yavaşça gözünü açıyordu. Gözleri elinin üstüne geldiğinde fark etmişti, eliyle bardağı ittirmiş kırmıştı. Camlar elini hafif kesmişti ve kanıyordu. Yerinden gülerek kalktı ve duvarda asılı aynadan kendine baktı, piyanonun üstünde uyuyakaldığı için izler vardı yanağında. Güldü kendine ve seslendi öylece,,

"Hongjoong gelip de yanağıma bir bak, senin için piyano çalmayı öğrenmeye çalışırken uyuyakalmışım yüzümde izler çıkmış! Aahh ahh Hongjoong, bir seslendiğimde de geri cevap ver be güzelim." Biliyordu gittiğini, farkındaydı ama istemiyordu. Hemen kavuşmak istiyordu sevdiğine. Yavaşça banyoya sürükledi bedenini, eli kanlar içerisindeydi. Elini yıkayıp kesiklerin olduğu yere sargı bezi sardı. Odasına ilerledi ve öylece yatağa attı kendini. Hongjoong'un yastığına sarıldı ve ağladı oracıkta. Biliyordu fakat alışamamıştj ve inanmak ile inanmamak arasında gidip geliyordu. Her şeyin oyun olmasını diliyordu fakat kendi elleri arasında can vermişti. Oyun biraz uzaktı. Kendi elleriyle koymuş toprağa. Oyun biraz uzaktı hala. Gözlerini kapattı ve akan gözyaşlarıyla uyudu öylece.

Forever- SeongjoongHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin