devamm

3 0 0
                                    

O gün tanrının bir memuru olarak yine Prag şehrinin sokaklarında kuş gagasını andıran maskesini -maskenin insanı hava yoluyla bulaştığı sanılan bu hastalıktan koruduğuna inanılıyordu- takmış, elinde ucu çatalı andıran uzun bir çubuk ile ölülerin arasından çıkarabileceği can çekişen insanları arıyordu. Nedense o gün gökyüzü grinin yeryüzünde görülebilecek en koyu tonundaymış gibi gözüküyordu ve nedense bunu sadece o fark etmişti. Fakir insanların oturduğu bir mahalledeki daracık bir arka sokağa girdi, sokaktaki büzüşmüş ve boyaları dökülmüş binaların cepheleri ona çile çeken insanların yüzlerini anımsatıyordu. İnsan hayatının değerinin bir ekmekten fazla olmadığı bu mahallede insanlara yardım etmek ancak onları gömmekle olabilirdi, çünkü hayatın son izlerinin de buradan hunharca çalınmasının üzerinden çok zaman geçmişti.

İşinden nefret ediyordu, ona göre zaten bir cesetten farkı kalmayan-daha kötüsü canlı olan- zavallı insanların toplanıp ölüme uğurlanmaları yerine öldürülmeleri daha uygun olurdu, çünkü o, hastalıklı insanlara en yakın olan kişiydi ve onların ne korkunç acılar çektiğini en iyi o görüyordu. Hastalığın belirtileri kasıktaki veya koltuk altındaki kara şişlikler olarak ortaya çıkıyordu ve iki gün içinde bulantı, ateş ve kusmalar görülüyor ve sonra da hasta ölüyordu. İki gün, Kendine pek dikkat etmeyen ve kir içinde yaşayan yoksul halk için çok kısa bir süre olsa da bazen varlıklı insanlar bile kara ölümün pençesinde kıvranmaktan kurtulamıyorlardı. Daha kötüsü bazen veba hiçbir belirti göstermiyordu ve ani ölümler oluyordu. Bir hekimin deyişi ile ‘Değerli soylular, beyefendiler, güzel hanımlar sabah aileleriyle birlikte yemeklerini yiyorlar ve akşam öbür dünyada oluyorlardı’.

gözlerin söyledikleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin