Azra yanından babası ile geçip gitmişti. Ahu,kapıyı bir kez daha çaldı. On beş,yirmi saniye sonra babası kapıyı açtı. Ahu refleksle geri adım attı. Yine korkmuştu. Babası asık suratıyla yatağına geri döndü. İçeri yavaş adımlarla girdi,evraklarını aldı. Saçını sıkı bir at kuyruğu yaptıktan sonra kirlenmiş giysilerini temiz giysilerinle değiştirdi. Son olarak çıkmadan önce çantasını salondan almak için salona girdiğinde ağır bir içki kokusu vardı. Yüzünü buruşturdu ve hemen çantasını alıp evden çıktı. Otobüs durağına doğru ilerledi. Durağa geçtiğinde oturaklara oturdu ve çantasından Kürk Mantolu Madonna kitabını çıkardı. Sabahattin Ali'nin kalemine hayrandı. Romandaki Raif Efendi'yi kendine benzetiyordu. En az onun kadar yalnız,onun kadar sessiz,onun kadar mecbur,onun kadar sakin ve onun kadar çaresizdi.
Fazla zaman geçmeden otobüs gelmişti. Tıklım tıklım olan otobüse bindi. O bir avukattı,neden bir arabası,bir evi,bir makyaj seti,bir kredi kartı yoktu ki?
Olamazdı..
Çok önemsiz hissediyordu kendini. Dokunsalar ağlayacaktı. İnsanlar neden böyleydi? Kimse kimseyi çıkarı olmadan ne seviyor ne de düşünüyordu. Acımasızdılar. Merhametleri sınırlıydı. Çoğu sadist gibiydi. Oysa hayat bu kadar değersiz olmamalıydı. Hayatımızı mahveden aslında insanlar değil miydi? Gözlerini kapatıp düşündü Ahu. Kedersiz bir hayat. Gözyaşının ne olduğunu bilmeyen insanlar.. Ah,ne de güzel olurdu. Ahu'nun bir bürosu vardı. Bir sonra ki durakta inecekti. Otobüsün küçük camından dışarıyı izledi. İşlerine geç kalmış insanların telaşlı koşuşturmaları,servislerini bekleyen öğrenciler.. İlginç geliyordu ona. O sırada otobüsteki insanlara baktı. Kucağında beş yaşında bir kız çocuğu olan kadına ilişti gözleri. Annesini anımsattı ona. Gidip sarılmak istedi o an. Gözlerine kadının morluk içinde yüzü,patlamış dudakları çarptı. Yine bir caninin yaptığı rezillikti bu! Fakat Ahu'nun babası akıllıydı. İnsanlar dışarıdan mutlu sansınlar diye yüzüne hiçbir zaman dokunmamıştı. Kolları,bacakları,beli morluk ve kızarıklar içindeydi. Kadın ile göz göze geldiğinde, kadın utanıp başını yere eğmesiyle otobüs durdu. Kız çocuğuna gülümsedi ve indi.
Vurmak, bağırmak, bedene zarar vermek, canını acıtmak ,zorla bir şey yaptırmak, aşağılamak, aç bırakmak da şiddet değil miydi? Bir an duraksadı. Neden korkuyordu? Neden izin veriyordu?
Nasıl izin verirdi? Babasından neden korkuyordu? O, baba mıydı?
Değildi.
Olamazdı.
Keşke bazen bozuk giden düzene,insanların kurumuş vicdanlarına,dönmeyen dünyalarına ya da 'çalışmayan kafalarına' dokunabilseydik.
Anlatabilseydik derdimizi. Dışarıda ağlayabilseydik. "Babam beni dövüyor!" diyebilseydik.
Keşke..
Bürosuna az kalmıştı. Adımlarını hızlandırarak düşüncelerinden kurtuldu. Gelmişti.
Kapıyı açtı ve odasına geçti. Oturup erkek kardeşinin başını belaya sokmasını bekledi.
Saçmalıktı bu değil mi?
Düşünün,avukatsınız ve erkek kardeşiniz başını belaya soktuğunda siz kurtarmak zorundasınız. Eğer reddetmeyi denerseniz,şiddetle kalmaz,hayatını zindan ederdi. Bu yaptığı tehdit değil miydi?
Tehditti. Türk Ceza Kanunu'nun 106. maddesine göre tehdit suçu 6 ay ila 2 yıldı!
Ahu tabansızdı. Yapamazdı,cesur değildi. Kendi ayakları üstünde duramazdı. Cesaret edemezdi buna.
Arkasına yaslanıp gözlerini kapattı. İzin vermemeliydi. Kalktı ve tuvalete gitti. Aynanın karşısına geçip,gözlerine baktı. Gözler kalbin aynasıdır diye boşuna dememişler,kahverengi gözlerini yaklaştırdı. Kahverengi gözlüler, kendi duygularını açıklamaya utanır ve hatta çoğu zaman gerçek hislerini belli etmekten çekinirlerdi. Kesinlikle öyleydi Ahu.
Artık susmayacaktı. Çantasını aldı ve hemen kapıyı kapayıp dışarı kalabalık insanlara attı kendini. Saat 10 olmuştu bile.
İnsanları tek tek durdurup derdini anlatmayı düşledi. İnsanlar deli derdi. Çünkü insanları çok iyi tanıyordu. Vazgeçti. Otobüse binip eve geçmeyi düşündü. Babasına ne derdi? Ne diyebilirdi?
Boşverdi. Ne derse desin dayak yiyecekti zaten.
Sahile gitmeyi düşündü,3 yıldır gitmiyordu.
3 yıl olmuştu. Tam 3 yıl. 3 yıl önce kalbi atıyordu. 3 yıl önce yaşıyordu. 3 yıl önce 'Anne' diye seslenebiliyordu. Acı çekerek ölmüştü. Canı cayır cayır yana yana,yüreği sıza sıza, kalbi mücadele ede ede can vermişti.
Annesi ile her zaman gittiği yere gidecekti. Bugün bir değişiklik yapıp taksiye binecekti. Yakınlarda, yürüme mesafesi 10-15 dakika olan taksi durağı vardı. Acele etmeden yürümeye başladı.
Yaklaşmıştı. Kalp atışı hızlandı. Daha önce hiç taksiye binmemişti. İşte oradaydı. Taksiyi gördü. Kapısını açtı ve şoföre gideceği sahil kenarını söyledi. Cam kenarına oturmuştu. Özgür hissediyordu kendini. İlk defa istemsizce gülümsedi..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CEHENNET
General FictionBir zamanlar bir kız vardı, Ev dediği bir savaşta, Nasıl yaşayacağını öğrenmek zorunda kaldı. "Yaralar geçer baba. Ama; acılar hep kalır. "