❁
şimdi dünya onun için karanlıktı.
zaman neydi, saat kaçtı, neredeydi, ne yapıyordu ya da nasıl hissediyordu; hiçbirini bilmiyordu. dizlerinin üzerine çökmüş bir vaziyette başı, boynu yırtılacakmış gibi geriye devrilmişken okyanus incisi gözleri hiçbir canlılık barındırmadan boşluğa bakıyordu. karnındaki mühür çok zayıflamış, tamamen bozulmasına az kalmıştı. dokuz kuyruklu diye adlandırılan içindeki canavarın nefretini, iliklerine değin hissedebiliyordu artık. nasıl gelmişti bu hâle?
bir ses duydu. o korkunç tilki'nin sesiydi bu. onun devasa çakrasının yanında bulanan aklı, pes etmek üzereydi.
"kendini bırak, bırak ve acıların bitsin."
ateş ülkesi'nin bir yerleşkesi olan gizli yaprak köyü'nün tek jinchuuriki'si olan sarışın genç, henüz on altısındaydı. nasıl bu duruma düştüğünü yarım yamalak anımsıyordu. gecenin bir vakti ansızın köyde beklenmeyen bir kargaşa çıkmış, dışarıdaki çığlık sesleri gencin uykusunu bölmüştü, bir de onun kargaşanın tam merkezine koşmasını sağlamıştı. saat on birdi. her yerde başka bir patlama, her evde başka bir çığırtı vardı. birbirleriyle ölümüne çarpışan shinobi'lerin ölüm kokan bağırışları dışında, kulağa pek fazla ses çalınmıyordu.
"naruto'yu koruyun!" demişti beşinci hokage olan senju tsunade. bir anda sarışın gencin çevresi ANBU üyeleriyle çevrilmiş, küçük olan da bu çatışmanın sebebini nihayet anlamlandırabilmişti.
kendisi için gelmişlerdi.
beş büyük shinobi ülkesinde bazı özel kişilere 'canavarlar' mühürlenirdi. devasa çakraları ve sınırsıza yakın güçleriyle birlikte bu canavarlar kuyruklu, yani bijuu diye adlandırılırdı. doğumunda en güçlü kuyrukluyla mühürlenmiş olan uzumaki naruto, bu sebeple bütün hayatını diken üstünde ve korunarak geçirdi. köyünde samimi, güleryüzlü ve zaman zaman haşarı bir çocuk olmasıyla bilinirdi; on beşine gelene kadar pekçok zorlu görevde büyüklerine bizzat yardımlarda bulunmuştu. koruyup kollanmasına rağmen o kanlı savaş meydanlarında hep daha fazlası için çabalamıştı.
zayıflığa tahammülü yoktu.
bu yüzden iradesi şimdi zedelenmişti. anlamıyor, görmüyordu. öylece boşluğa bakıyor ve karşısındaki tilki'nin kızıl gözlerini ayırt edebiliyordu ama ayağa kalkacak gücü var mıydı emin değildi. sahiden, nasıl kontrolden çıkmıştı her şey? nasıl o mühür bozulmaya başlamış, beşinci'nin kendisine verdiği engelleyici elmas kolye paramparça olmuştu?
tilki yeniden mırıldandı.
"ayağa kalk, mührü kaldır. seni acılarından arındırayım."
böyle bir şey mümkünse eğer şu an naruto bunu isterdi. içinde anlam veremediği bir sancı, çıplak göğsünün ortasında kocaman bir ağırlık vardı. nefret hissediyordu. zayıf olduğu, sürekli kendini zincirlenmiş gibi hissettiği ama en çok da canı yandığı için öfkeliydi. maskeli bazı kişiler tarafından ağır yaralanmış, en sonunda ölümün eşiğine getirilmişti. nasıl olduğunu anlamamıştı bile, yabancı birisi birtakım el işaretleri yapmış ve hemen ardından güçsüz düşmüş çocuğun mührünü kırmak için karnına parmaklarını koymuştu. ardından naruto kan kusmuş, zihninin içinde bir yerde tilki'nin sesini işitmişti.
dermansızlıktan titreyen bacaklarını bir güçle yerinden kaldırdı, şeytan tilki'nin "evet, böyle... gel." dediğini işitti. sese doğru gitmek için soluklandı. donuk bir adım attı, ağır göğsündeki sancının azaldığını hissetti. başka bir adım daha ve başka bir tane daha. en sonunda 'mühür' yazan kirli kağıdın önünde durdu. kanlanmış elini bilinçsizce öne uzattı. belki, dedi içinden. belki de bitecek böyle.
bitmedi.
bir el, buz gibi bir el onu durdurdu.
"sakın iradeni kaybetme."
soğuk bir eldi bu, insanın kanını donduran bir hisse sahipti dokunuşu; fakat bir yandan da ateş kadar sıcacık, umut vericiydi. bulanıklaşmış gözleri nihayet açıldı. bir an nefesinin kesildiğini anımsayıp durdu naruto, dünyaya ilk kez gelmiş bir bebek gibi bileğine dolanan parmaklara bakmak istedi ama başarılı olamadı. çünkü o elin sahibi olan güçlü gövdenin onu belinden sarılıp arkaya ittiğini, sonra da kalçasının üstüne düştüğünü ve nihayet nefeslenebildiğini anımsadı. ağrıyan başını usulca kaldırdı, mavilikleri artık bir ölüyü anımsatmıyordu. aksine şimdi taze bir deniz gibi görünüyor, insanın içini ferahlatıyorlardı.
oydu.
savaş dehası diye bilinen klanın çocuğu, ismi genç yaşına rağmen bütün köyde saygıyla anılan kişi. ona hep imrenerek ve korkuyu andıran bir edayla bakılan genç. gecenin bilinmezliğinden rengini almış kara saçları ve bulutlardan bile beyaz soluk teni, bakmaya cüret edince insanı titreten derin gözleri vardı.
"sakın iradeni kaybetme."
uzun kirpiklerinin gölgelediği zift gözleri müthiş bir kararlılıkla ileride şimdi, tilki'nin ürkütücü silüetine bakıyordu fakat zerre korkmuyordu. "iradeni kaybettiğin an, kendinden vazgeçtiğin andır."
naruto'nun kalbi tekledi.
nasıl gelmişti buraya? zihninde tasarlanmış, çok ama çok derin bir bölgeydi burası. nasıl becermişti buraya ulaşmayı?
düşünceleri bölündü.
"sen de kimsin?" dedi şeytani tilki, öfkesinden delirecekti sanki, sesi öyle çıkmıştı. naruto biraz daha çaba gösterse ve kendini hepten yitirseydi mühür tamamen kırılacaktı, oysa çocuğun zihnindeki bu derin yere ulaşabilen o kişi naruto'ya sadece ufak bir el hareketiyle engel olmuştu.
kalbindeki anlamsız heyecanın boynuna doğru uzandığını, teninin yandığını hissetti sarışın. sağ eline inanılmaz bir acı saplandığında yan tarafındakinin sol yumruğunu sıktı.
"sasuke," diye bir ses duyuldu. gündüz ardına gelen gecenin karanlığıyla beslenmiş incilerde kan kırmızısı çiçekler tomurcuklandı. sağ elini yanındaki çocuğa uzattı ve mırıldandı. genç olanın nefesi dindi. "ismim uchiha sasuke, ama bana taşkalpli diyorlar, onu korumaya geldim."
†