Bölüm müziği: carla morrison - disfruto.
|Binbir ömür, paramparça.
Aşk.
Yoongi'nin beni sevdiğini kalbimde hissetmeye başladıktan sonra, onun tüm kelimeleriyle beni çırılçıplak bıraktığı o sözcük. Dile getirdiği anda vücudum titremiş, kalbim teklemişti. Gözlerimi bile kırpmaktan aciz hale geldim ve ince pembe dudaklarından, 'Sana aşığım.' lafını duyduğumdan beri beynimde yeniden tekrar etmesini engelleyemedim, engellemek istemedim.
Benim o gün yanından gitmeyeceğim laflarında diretmiş olmam, tavırlarında bir değişime kucak açmadı tabi ki. Gün içinde gelen akrabalar bile onun yüzünü görmemiş sayılırdı çünkü odasından, hatta yatağından çıktığı anlar bile sayılıydı. Cenaze evinin sahibi sanki benmişim gibi insanlarla konuşmak, Min anne omuzlarıma tutunup kendisine destek olmaya çabalarken tüm aileyle ilgilenmek zorunda kalmıştım.
Yoongi'ye içirdiğim zar zor çorbadan sonra eve diğerleri de geldi. Seokjin hyung mutfaktan ayrılmamış, her biten kahvenin ardından yeni birini insanların önüne bırakmıştı. Hoseok ve Niall her daim Seulgi'nin yanındaydı, bir ara Niall Yoongi'nin yanına da çıkmıştı ama benim gelmememi söylediği için ne oldu bilmiyordum.
Sadece birkaç kez insanların arasından sıyrılıp Yoongi'nin kapısını ufacık aralayarak onun durumunu kontrol etmiştim.
Elbette ilk halinden farklı değildi. Ya sigara içiyor, ya da yatakta yatıyordu.
İçimde büyük bir kasırga dönüyordu. Yağmurları yüzüme sertçe vuruyor, şimşekleri beynimi acıtıyor, rüzgarı bedenimi soğutuyordu ama ben düşersem her şey düşer düşüncesi yüzünden Min anneyi yalnız bırakmak asla istemedim. İnsanlara gülümserken, arkamdaki benliğim kendi saçlarını yoluyordu düşünmekten. Yoongi'nin itirafını vakitlice aklıma yer etme fırsatı bulamamıştım.
Bir ara tüm o kalabalıktan sıyrılıp ısıtıcıdaki suyun kendime bir papatya çayı yapmak için hazır olmasını beklerken, masaya yaslanmış uzunca bir vakit tezgahın krem yüzeyini izlemiştim. Lavabosunda birkaç bulaşık tabak, yan tarafımdaki kapağın altında kakaolu kek vardı ve mutfak balkonundan esen hafif rüzgarın ensemdeki tutamları yokladığını hissediyordum ama aklım asla orada değildi.
Bir kafese kapatılmış, susayım diye bir salatalık fırlatmışlardı evime. Kemire kemire susar demişlerdi, aklımdan bahsettiklerini düşünmemiştim.
Seokjin hyung yanıma gelip omzumu sıktıktan sonra anca fark edebilmiştim ısıtıcıdaki suyun çoktan olduğunu ve uzun süredir neredeyse göz kırpmadan önümü izlediğimi.
Seokjin hyung bana ufak bir yorgun gülümseme verdi ve sesindeki nazik tonla alnıma gelen saç tutamlarımı arkaya yatırırken, "Balkona çıkalım mı biraz?" demişti.
Ben sesimi çıkarmaya halim olmadığından başımı sallayarak balkona yönelince o tezgahtan iki kupa çıkarmış, poşet çayı kupalara bırakıp çaylarımızı hallettikten sonra yanımda yerini almıştı. Demirliklerden birine tutunup diğeriyle verdiği kupayı alırken teşekkür mırıldandım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
More than a friend | Yoonmin✓
Fanfiction[üniversiteli ev arkadaşları] sarı ve beyaz konversler, iki koltuk, iki bilezik, iki içecek ama 5 yıl ve koca bir 'arkadaşlık.' (ilk bölümlerdeki yanlış nokta kullanımını görmezden gelin, kitap yavaşça düzeliyor.<3