1

407 21 24
                                    

Gizli aldatmalar, sevdiğin insanı 'üzerine basmadan' çiğnemektir.

Kaç kez çiğnendiğini hiç bilmiyordu Lisa. Aşkın küçük kızıydı o... Seoul'un dar sokaklarında, az önce öğrendiği acı gerçeğin yıkımıyla yalpa vuruyordu. Yanındakiyle birlikte iki kişilik bir yalnızlıktı  onlarınki... Ayakları yürüyordu sadece. Kendisi geride kalmıştı çoktan. Akşamdı. Biraz önceki konuşmalar kafasının içinde tekrarlanıp duruyordu. Sitem dolu nefesiyle, soluğunu tüketircesine haykırmıştı terk edenine... "En acısı da ne biliyor musun?" demişti. "Aslında sana hiç sahip olamadığımı, seni kaybettiğimde anlamış olmam!"

Hırsı soluğuna eş çıkıyordu göğüsünden. Devam etti öfkeyle. "Meğer her şeyimmiş gibi davranan hiçbir şeyimmişsin sen! Aslında hiçbir şeyimi kaybettim ben!"

Bir çocuğun tüm dünyaya küsmesine, tek bir oyuncağının kırılması yeter. O küskün çocuklardandı şimdi Lisa; kırılan oyuncağını gözleriyle tamir etmeye çalışan... Bakışlarını bir noktaya sabitlemiş olsa da yanından geçen umarsız insanların farkındaydı. Akşamdı. Belki birazdan bir yağmur başlardı. Hayat devam ediyordu. Hayat her şeyi "devam ederek" bitiriyordu. Lisa, bunu acı bir tecrübeyle, bir kez daha öğreniyordu; ama hiç ezberleyemiyordu...

Kendi durağını şaşırmış bir otobüs gibiydi kalbi. Akşamdı. Ve akşam, ağlamak için iyi bir sebepti. Kızıyordu Lisa her şeye, herkese. En çok da kendine... Hayat ne garipti. İnanmadan güldüğümüz bir şaka gibiydi. Lisa, karşılıksız sevmişti ve bunun karşılığı, karşılık almamak olmuştu. Ama olsundu. O sevilmemeye de razıydı severken... O hep öyle severdi zaten... Tek hazmedemediği, sonraya ertelendiği halde gocunmadan beklerken aldatılmaktı! Alçaklık hiç bu kadar yükselmemişti. Gizlice aldatılmıştı. Aldatmanın aleni olanı mı olurdu sanki? Çiğnenmişti o, üzerine basılmadan...

Sessizliğe gömülmüştü uzun zaman. Elinden gelmeyen dilinden de gelmiyordu. Ve şimdi beklediği onu terk ediyordu. Belki de çoktan gitmişti... Belki de hiç gelmemişti... Ama şimdi o "Gelmeyen" hem suçlu hem yolcuydu. Bir başkasını seçmişti. Özür dilemişti.

"Ben seçilmeyenim! Bunu için benden özür mü dinliyorsun?" diye haykırmıştı Lisa. Cevap alamamıştı. Sesi kısılmıştı. Kaybedenlerin önce sesi kısılırdı. Bir ayrılık daha büyütüyordu onu. Yaşça küçük olsa da sevdiğinden, aşkı çoktan geçmişti onu. O, küçücük bir devdi. Seçilmeyendi. Bir öykünün sonu zannederken kendini, daha girişten kandırandı.

Dünya artık onu için uyandığında başlayan köyü bir rüyaydı. Şimdi ne yapmalıydı? Seçilmemek onu sadece üzmeli miydi yoksa kahrından öldürmeli miydi? İnsan böyle zamanlarda ne hissetmeliydi? Üzgün olmaktan öteydi duyguları ama ölüme de bir o kadar uzaktı. Eksik, yitik ve sahipsiz gibiydi. Öylece kala kalmıştı bir hiç gibi. Akşamdı. Hüzünlüydü. Hüznü seviliyor sandığından değil, sevilmediğine yandığındandı...

Oysaki hiçbir günahı yoktu. Aşkın bir bekleme odası vardı. Orada oturup sırasını bekliyordu Lisa. Sevdiği erkeğin ona gelmesini... O erkek, arada bir odanın kapısından bakıyor ve gülümsüyordu. "Biraz daha bekle" demekti bu. "Biraz aşklarım var bitirip geliyorum" demekti. Ona inanıyordu Lisa. Daha doğrusu inanmayı tercih ediyordu. Hep öylesini tercih ederdi. Çünkü aşkta kör olanlar, sevgilinin yalancı olduğunu bilmesine rağmen, ona "Kanmayı" değil, "İnanmayı" seçerdi.

Kara talihine yanıyordu. Kendini acıyarak izliyordu. Ve ne çok ağlıyordu içinden "Bu aşka değer" diye... "Olsun... Bazı aşklar gözyaşıyla büyür" diyordu. Suskunlaşıyordu. Anlamaya çalışmıyordu içini. Kalbini aklıyla anlayamazdı ki...

Giden hep kazanıyordu... Ama kalan olmak  Lisa'ya hiç yakışmıyordu. Üstüne asıl yakışmayansa, seçilmeyen olmaktı. Bir ihtimali oynamak ne kadar gurur kırıcıydı. Sevdiği adam, iki kişinin arasında kalmıştı. İki kişinin arasında kalmak, aslında kimsesizliği seçmekti. Ve şimdi sadece özür diliyordu. "Üzülme" diyordu. "Üzülme..."

Nefret dolu gözlerle baktı sevdiği adamın gözlerine. O gözler artık sevdiği adamın gözleri değildi. Bir zamanlar ona söylediği bir cümle geldi aklına. "...Sana geldiğim zaman, gitmek için bir neden bulamıyorum..."

Üzgün ve nefret yüklüydü Lisa. Gözlerindeki öfkeyi saklamadan, "Üzgünüm..." dedi ona. "Ama beni bu hale getirdiğin için değil; seni hak ettiğin hale sokamadığım için!"

Fildişinden inşa ettiği aşk şimdi çürümenin tarihini yazan bir ahşaptı. Lisa ağlıyordu. Hiç konuşmadan yürüyorlardı. Akşamdı. Hiçbir şeyin yolunda gitmediği bir yoldaydı. "Bir öykünün sonuymuşum meğer; daha girişinde kandırmışlar beni" diye söylendi kendi kendine ve sustu. Artık sonun sonuna gelmişti. Yürüdükçe susuyorlardı, sustukça daha ağır yürüyorlardı. Sevdiği adam dayanamayıp, "Neden susuyorsun?" diye sordu. Bakışlarını kaldırımdan ayırmadan konuştu Lisa. "Neden mi susuyorum?" dedi ve durdu. Kafasını kaldırdı, sevdiği adamın gözlerine son kez baktı. Geri geri bir iki adım attı ve yaşanan sonun son sorusu sordu. "Ya anlamazsan?"

Lisa, artık cümleler değil, sessizlikler kuruyordu.

_________________________________________

Yıllar sonra yeni bir hikaye yazmaya başladım umarım severek okursunuz
🖤🥀

𝘚𝘶𝘧𝘧𝘦𝘳 𝘸𝘪𝘵𝘩 𝘮𝘦  // 𝙇𝙄𝙕𝙆𝙊𝙊𝙆 ❦Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin