2| gözlerimde ölü bir parıltı.

60 13 0
                                    

yaklaş, gözlerimde yaşam belirtisi ara.

umuda inanmam. yaşama dair güzel bir inancım yok. yarını çıkarmama yarayacak bir düşüm de yok. düşüncelerim her bir saniye kördüğüme dönüşür ve ben çözemem onları. sadece düşünürüm. bazenleri sokak köpekleriyle konuşurum. yalnızlıktan delirmemek adına. onlar anlar beni, bilirim. insanlarda bulunmayan bir şefkat, bir anlayış yatar içlerinde. sokak hayvanları en iyi dostumdur benim. hesap sormazlar, yargılamazlar. sadece dinlerler. hatta defalarca kez banklarında sabahladığım o parklarda onlara sarılırım, ısıtırlar aciz bedenimi.

zira ben kendi kendime yetemeyecek kadar acınası bir durumdayım. kim sikik taehyung, gülünç bir hâldesin! herkes sana götüyle gülüyor. aptal bir sarhoş. beş kuruşu olmayan bir serseri. başka da bir şey olamam ben. hayatım boyunca belki de kazandığım tek sıfattır, serserilik.

boş sigara paketini yere atıyor ve üzerine basarak eziyorum. ve acilen yenisini almam gerektiğini aklımın bir köşesine not ediyorum. beş kuruşum bile kalmadığına göre artık eve gitmem gerek. kaç gündür sokaklarda sürtüyorum, eve gitmek aklımın ucundan dahi geçmedi. sadece param biterse giderim oraya. yoongi'ye ağlar, cebime para koymasını sağlarım. hazır gitmişken tam bir koleksiyoner olduğunu bildiğim piç ikizimin viski şişelerinden de çalarım birkaç tane. ve de özenle sardığını bildiğim o esrarlardan aşırırdım üç dört dal. o fark edinceye kadar da çoktan duşumu alır, alkol dışında bir şey girmeyen mideme adam akıllı besinler girmesini sağlar ve aceleyle toz olurum oradan. özgürlüğüme vurulmuş bir pranga gibi gelir bana, dört duvar arasında olmak. bu sebeple yıllarca evim bildim bu sokakları. dolayısıyla da, avucumun içi gibi bildiğim ve her bir karışını ezberlediğim bu caddelere aitimdir ben. dört duvar arasına evim diyemem. oraya ait hissetmem kendimi zira.

serseridir ruhum. ve bizim gibiler asla bir yere ait olmazlar. asla kısıtlanmaya gelemezler ve ot gibi yaşayıp giderler. çoğumuz aşırı dozlardan bir sokak arasında geberip gider. azınlıksa alçaktan sürünerek devam eder, aldığı her bir nefeste ne zaman öleceğini hesaplamaya çalışarak.

ben ve benim gibi asalaklar, topluma kazandırılamaz. çünkü hepimizi toplasan hiçbirimizden bir bok olmaz. bu yüzden de halk arasına karışamayız. asimile edilerek yaşarız, görünmezizdir. yaşamımızın değeri olmadığı gibi ölümüzün de önemi olmaz, üçüncü sayfaya bile haber olamayız. yaşar gideriz, kendi pisliğimizde boğulmaya mahkûmuzdur.

eve yürümeye başladım. adımlarım o sikik, boyaları dökülmüş ve lanet yeri ezberleyeli çok oldu. ben fark etmeden eve ulaşacak sokaklardan geçiyorum yine. tanıdık bir iki insanı görüyorum. yanlış anlaşılmasın, sadece göz aşinalığım var bu tiplerle. tanışmıyoruz kısacası. zaten gereksiz insanları tanımama da gerek yok. bana kalırsa bütün insanlık fotokopi baskısından çıkmış gibi. hepsi aynı. biriyle konuştum mu, hepsiyle konuşmuş gibi hissetmekten kendimi alamıyorum.

en sonunda görmekten tiksinecek hâle geldiğim binanın önünde duraksıyor adımlarım. ve hiç de kibar olmayacak bir şekilde yumrukluyorum kapıyı. anahtar taşımam yanımda. ve zile basmaktan da hoşlanmam. çevreye de rahatsızlık veririm ve bundan son derece zevk duyarım. sonuçta piçim ben. orospu çocuğuyum. ve bu ikisinin karışımından benim gibi sikik bir serseri oluşur. kendi dahil kimseye yararı olmayan, bencil bir adam. işte o benim.

"yavaş amına koyayım, evi başıma yıkacaksın!" ikizimin öfkeli sesi sırıtmama neden olurken, aynı hışımla kapıyı açıyor. onu süzüyorum. gözleri kan çanağı gibi. ruhsuz bakıyor irisleri. yaşama sevincini kaybetmiş biri gibi. hayatı sadece nefes almaktan ibaret sanan biri gibi, tıpkı benim gibi.

"kullandıklarını acilen azaltman gerektiğini biri sana söylemiş miydi?" onun yanından geçip salona doğru yöneldiğimde, peşimden geliyordu. alaycıydı ses tonum, her zamankinden farksız olarak. severdim insanlarla alay etmeyi, onları küçük ve hiçbir işe yaramayan bok böcekleri gibi görürüm. kendim de olsam olsam, bir bok parçası olurdum sanırım. yine de bu çok önemli değil, fazla detaya girip mide bulandırmaya hiç gerek yok. sonuç olarak hepimiz sürüngeniz. reziliz ve de berbatız.

salona girip doğruca pencereye yönelmiş, içeride oksijenden eser kalmamış odayı bu durumdan arındırmak için açmıştım camı. "sikimde olmadığını biliyorsun, bu arada geldiğin iyi oldu. sana haberlerim var, ama duyacaklarından pek hoşlanır mısın bilemem."

kendimi eski ve son derece rahatsız olan koltuğa attığımda, sigara paketine uzanmış ve bir dalı dudaklarımın arasına koyup yakmıştım. yorgundum. kafamı geriye yatırıp gözlerimi kapatmıştım bu sebeple de. uyumadan dinlenmeyi küçük yaşta öğrenenlerdim ben. çok hayal kurardım bir zamanlar, gözlerimi her kapattığımda uykunun esiri olmamak adına. artık hayal edecek pek bir şey bulamıyorum, belki de umutları öldürülen ve hayatın bu denli yorduğu her insanın hayal kurabilme yeteneği de, zamanla köreliyor. zamanla her şey solup gidiyor. yok oluyor. zaman her şeyi katlediyor, ve bunu engellemeye de kimsenin gücü yetmiyor.

"söyle bakalım, gamlı baykuş." ses tonum bile yorgunluğumu haykırırcasına stabilken, kesik bir nefes daha çekiyorum sigaramdan. ne söyleyeceğini merak etmiyordum aslında. hiçbir şeyi merak etmez olmuştum, ilgim yoktu.

"geçenlerde mal almaya gittiğimde arkadaşlarla oturup konuştum biraz. tam emin değilim ama duyduğuma göre, jungkook içeriden çıkmış." eş zamanlı olarak açılan gözlerim ve doğrulan başım ile yoongi'ye baktığımda, sigarasını yakmaya uğraşıyordu.

"ama asıl mesele bu değil, her yerde seni arıyormuş. bana da sordular ama bilmiyorum dedim, yine de kıçını kollasan iyi edersin bebeğim."

yıllardır yakamı bırakmayan şanssızlığım, yine sırıtıyordu bana. ve bu sefer, harbiden boku yediğimi hissediyordum.

çünkü eğer beni bulursa, hiç iyi şeyler olmazdı; ve bunu yoongi de dahil olmak üzere o ve ben de biliyorduk.

vagrant, taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin