4| içimde barışa dair her şey, zamanla paslanır.

91 11 2
                                    

zorlukla gözlerimi açtığımda dudaklarım birbirine yapışmış gibiydi, boğazım öylesine kurumuştu ki yutkunamıyordum bile. yavaş hareketlerle doğrulduğumda başıma sanki çekiçle sert darbelerle vurıluyormuş gibi hissediyordum. bu boktan histen gerçekten hoşlanmıyordum, derin bir nefes verdim ve o esnada üzerime örtülmüş battaniyeyle duraksadım. ve sonra etrafıma bakmayı akıl edebildim, bulunduğum odayı süzdüm. üzerinde yattığım, ipek çarşaflı yumuşacık olan yatağı. kaşlarım çatıldı çünkü en son evde değildim, zaten buranın yoongi'nin o bakımsızlıktan geçilmeyen eviyle hiç alakası yoktu.

ben neredeydim? huzursuzluk hissi giderek artmaya başlamışken hızlıca ayağa kalkıyorum, ani hareketim yüzünden sendelesem de yatağın yanında duran komodine tutunarak dengemi koruyorum ve dudaklarımdan kısık bir küfür kaçıyor. neyin içinde olduğumu bilmiyordum, en son hatırladığım şey sokakta olduğumdu ve sonrasına dair hiçbir şey yoktu zihnimde. bomboştu aklım, buraya nasıl geldiğim hakkında bir fikrim yoktu ya da beni kimin getirdiğine dair.

bulunduğum odadan çıkıyorum sonra, beni buraya kimin getirdiğini öğrenmem gerek. derdinin ne olduğunu da öğrenmeliyim, huzursuzluğum yerini öfkeye bırakıyor yavaş yavaş. suratına sağlam bir yumruğu geçireceğim onun, şu an tek düşündüğüm bu ve gereğinden fazla büyük olan bu evin tüm odalarına bakıyorum, kimse yok. en sonunda uzun koridoru sonlandırıp salon olduğunu tahmin ettiğim odaya giriyorum, bir adam var. işte diyorum kendi kendime. aradığım muhattabımı buldum ve suratına sert bir yumruğu geçireceğim, yumruğumu sıkıyorum. arkası dönük olan bu adama birkaç adım daha yaklaşıyorum. geldiğimi fark etmemesine imkân yok ama bana dönmüyor bir türlü, gizemli adamı mı oynamaya çalışıyor, ne bok yediği hakkında bir fikrim yok ama tam onu kolundan tutup kendime çevirecekken bunu yapmama gerek kalmadan kendiliğinden bana dönüyor.

işte tam o anda aldığım nefeslerin ciğerimi tıkadığını hissediyorum, kafamdan aşağıya buz dolu bir kova su dökülmüş gibi hissediyorum çünkü jeon jeongguk tam karşımda, gözlerindeki şeytani bir bakışla bakıyor bana. kalakalıyorum adeta, birden tüm öfkem uçup gidiyor. öylece ona bakıyorum. dudaklarımı aralasam bile hiçbir kelime çıkmıyor, sanki sesim ve cümle kurma yeteneğim beni terk etmiş gibi. zaten ne söyleyebilirim ki ona?

o an için kesin olarak bildiğim tek şey, bir an önce buradan toz olup gitmem gerektiği.

birkaç adım geriye doğru adımlıyorum, bunu istemsiz olarak yapıyorum ama tam bu esnada o kolumdan tutarak beni durduruyor. "günaydın taehyung, bir an için hiç uyanmayacağını düşünmüştüm." sakince konuşuyordu benimle. ama benim ona yaptığım bana yapılsaydı diye düşündüm bir anlığına. bir anlığına beraber işlediğimiz suçu tamamen benim omuzlarıma attığını ve yedi yılını hapiste harcayanın ben olduğumu düşündüm. yer değiştirdiğimizi.. eğer durum bu olsaydı şu an onun boğazına yapışır ve çıplak ellerimle onu boğarak gebertirdim, bir an bile tereddüt etmeden.

ama o neden aynısını bana yapmak yerine karşımda hafif bir tebessümle bana bakıp, hiçbir şey yaşanmamış gibi normal olarak sohbet edebiliyordu? anlamıyordum ve ben anlamlandıramadığım şeylerden hoşlanmam. "ne istiyorsun?" sesim benim bile kendimden beklemediğim derece düşmancıl, o ise aynı sabit ifadesiyle bakıyor bana. "güzel bir kahvaltı etmek, acıktım ama senin uyanmanı bekliyordum. tam bir saat otuz yedi dakikadır." bunu söylerken kol saatine bakıyor, o an için belki de çoktan delirdiğini düşünüyorum. sonuçta dört duvar arasında insan aklını yitirebilir, hatta bana göre bir yerde kapalı kaldığımı düşünmek bile yırtıcı bir işkence türü. bunu yıllar sürdüğünü düşünüyorum da.. delirmemenin imkanı yok.

"ama neyse ki sabırlı bir adamım, o yüzden bir yarım saat daha bekleyebilirim. gidip bir duş al, sonra da uyandığın odadaki dolaptan bir şeyler giy. bekleyeceğim." konuşması üzerine sırıttım. "söylediklerini yapmak zorunda değilim jeon."

vagrant, taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin