16/09/2000
Benim yabancım;
Boşluktayım sanki. Ruhum, boşlukta çığlık çığlığa. Kendime bile sağır olan bu çığlıklarım küstahça avazı çıktığı kadar bağırıyor. Ama duyamıyorum. Duymakta istemiyorum zaten. Alıştım mı, yoksa her attığım çığlıklarımı duymazlıktan geldiğim için mi sağırım tüm bu galeyana bilmiyorum. Yalnızca hissediyorum. Hissetmek, duymaktan daha berbat oysa. Berbat hissettiriyor, berbat hissediyorum. Berbat bir haldeyim kısacası. Berbat hallerime ilk tanık oluşun değil bu. Olmaması lazım. Önceki mektuplarımda bahsettim çünkü. Yine mektuplarımı okuduğuna kendimi inandırdığım bir zaman dilimindeyim sanırım. Acınası bir haldeyim değil mi?
Öte yandan, bedenim ise yorgun ve suskun. Hiçbir şey yapasım yok. Hevesim yok çünkü, kalmamış. Hevesimin olduğunuda düşünmüyordum zaten. O da kaybolmuş gitmiş benden. Ben de gidebilsem kendimden keşke. Her şeyden uzak ben nereye gidebilirim gerçi? Daha ne kadar uzak kalabilirim her şeyden? Kendimden uzakken.
Birde bir şeyler yapmak için mecalimin olmadığını düşünüyorum. Harekete geçmem için bir neden arıyorum. Ne hissettiğimi sorguluyorum, ne istediğimi? Ama en kötüsü oluyor, duygularımı hissedemiyorum. Olmayan duygularım bile içimde bir yerlerde saklamış kendini. Sıkılmış benden, sinmiş bedenimin bir köşesine. O bile yorulmuş artık ruhumdaki ve bedenimdeki zıt kutuplaşmanın sonucu oluşan kargaşadan. İçimde savaş var. İçimdeki zıt kutuplaşmadan biri kazanıp, hüküm sürmek istediğini söylüyor. Ben ise yalnızca boşluğa bakıyorum. Kayıtsız kalıyorum. Dedim ya, yorgunum. İçimdeki arbede daha da yoruyor beni. İkisiylede uğraşmak istemiyorum. Ne hâlim varsa görmek istiyorum. Lâkin hâlimin bile olmadığını unutmuşum. Tüm bu can sıkıcı şeyleri neden yazıyorum biliyor musun? Canımı bulmak için. Daha çok ruhumu hissetmek diyebiliriz buna. Sende ruhumu bulmak en doğru tanım olabilir. Dahası, sende ruhumu hissetmek. Sana yazmanın beni yaşattığını söylemiştim. Gerçekten öyle. Tüm bu iç karartıcı şeyleri yazarken bir anda konunun sana dönmesiyle içimde bir yerlerde bir kelebek harekete geçti. Pozitifliğini saldı yüreğime. Derinlerime yerleşti. Hep orda kalsa, pozitif kalsam. Çiçek açsa hep ruhum. Anlamsız bir şekilde içim içime sığmamaya başladı şimdi. Anlamsızda değil aslında, konu sana geldiği için.
Seninle gerçekten tanıştığımızda nasıl hissedeceğimi düşündümde, muhtemelen çocuklar gibi şen olurum diye tahmin ediyorum. Varlığından bile emin değilim ama varlığın hep güzeldi benim nezdimde. Seninle tanışma ihtimalimin binde bir olma olasılığı, umudumu diriltiyor.
Kim olduğun, nasıl biri olduğun önemli değil genç, yaşlı, kız, erkek, fark etmez, tanışmasak bile tek bir kere cevap yaz bana. Yalvarırım. Aciz hissetmek istemiyorum artık. İçimdeki savaşı ben kazanmak istiyorum. Bana yardım eder misin bunun için? Beklemeli miyim cevaplarını? Devam etmeli miyim yazmaya? Yaşadığımı hissetmek için yazdığımı her mektupta dile getiren ben, yazmaya devam etmek için niye sorduysam? Bu biraz gülünç oldu. Tebessüm ettim sayende. Ay ışığının gölgesindeki yansımada gördüm dudaklarımın kıvrıldığını. Yıldızlarda eşlik etti gülümsememe. Yanımda olsaydın birlikte kahkaha atıp, geceyi neşeli seslerimizle aydınlatırdık. Sen hayatımı aydınlatırdın. Ama şu anda gece aydınlık olmadan bu mektubumu burada bitirmek zorundayım. Çünkü devam edersem, birazdan ağlayacağımı biliyorum.Hissettiğim gecede yine sana yazacağım. Büyük bir umutsuzluk, küçük bir umutla.
Felix
ŞİMDİ OKUDUĞUN
-letters | -minlix
Fanfiction-lee felix, ruhunu diri tutmak istiyorsan bana yazmaya devam etmelisin. -lee minho, ruhumu yöneten tek kişisin.