Basık hava her zaman ki gibi insanı inanılmaz derece de bunaltıyordu. Günlerden Cuma. Namaz kılmaya gitmek için yola koyulduk.
Tenimizi kasıp kavuran bu güneşe dayanmak bizler için oldukça zor. Hem ülkenin suları sağlıklı değil. Hemde havası oldukça kötü kokuyor. Hayatta kalmak için oldukça büyük bir enerji sarf ediyoruz.Yolda yürümeye başladığımız sırada annesine meyve alması için zorluk çıkaran bir çocuk herkesin içinde ağlamaya başladı ve etrafta ki insanlar da söylenmeye başladı. Anladığımız kadarıyla çocuk uzun bir zaman zarfında meyve tarzı şeyler yemiyordu. Gönlümüz el vermedi ve arkadaşlarla gidip çocuğun istediği hatta istemediği meyvelerden yüklüce aldık. Bayana seslenip bize bakmasını söyledik. Kadın yavaşça arkasını döndü ve sertçe baktı. Dillerini anlasakta konuşamıyorduk. Yarı Ingilizce yarıda Hintçe aldıklarımızın küçük çocuk için olduğunu ve karşılığında herhangi bir şey istemediğimizi söyledik. Kadın gergin bakışlarını üzerimizden yavaşça kaldırdı. Bize doğru bir adım yaklaşıyorken.. Gür bir erkek sesi irkilmesine neden oldu kadın çocuğunu alarak hemen oradan uzaklaşmaya başladı. Ne olduğunu anlayamadık. O sıra tek fark ettiğimiz şey bize doğru hiddetle gelen kendi koyuluğunun üzerine biraz güneş yanığı serpilmiş orta boylu kilolu bir adamdı. Ne hata yaptığımıza anlam vermeye çalışırken adam " Arre.. neler oluyor burada siz kim oluyorsunuz da benim karım ve çocuğuma aldıklarınızı veriyorsunuz??" Diye bize çıkışı.
Basri cümlede geçen biwi, batcha, mera sözlerinden bunları çıkarmıştı. Sanırım doğru anlatmıştı. Daha fazla dayanamayan Basri "Eehh. Sadece annesi mahçup olmasın diye aldık. Kötü bir düşüncemiz yoktu. " dedi.
Adam "Sizler Müslümansınız!!! Aldıklarınızı kabul etmeyiz kesinlikle karşılığında bir şeyler istersiniz" dedi.
Üçümüzünde ağzı açık bir şekilde adama şaşkın bir şekilde bakarken adam konuşmaya şunlarla devam etti.
"Öyle şaşkın şaşkın bakmayın. Siz Müslümanların çıkarsız işi olmaz. Verin ellerinizdekini" diye hiddetle bağırdı.
Biz vermeyince de kendi temkinli bir şekilde bizden aldı.
Durumun şaşkınlığı halen daha üzerimizdeydi. İnsanlar yavaş yavaş işlerine dönmüşlerdi. Sesimizi çıkarmadan camiye doğru yöneldik.
Hepimiz birbirimize boş gözlerle bakıp kahkahaya basdık. Adam üçümüze hem bağırırdı. Hemde aldıklarımızı elimizden bir güzel almıştı. Acaba bunu neden yapmıştı.
Namazlarımızı kıldıktan sonra. Yaşadığımız olayı düşünürken on sekiz yaşlarında bir erkek çocuğu yanımıza gelerek bizimle Ingilizce olarak o adam hakkında konuştu. O kargaşanın arasında anlamamıştık ama o da orada durup bizi izliyormuş. Bize neden adama saldırmadığımızı ve neden aldıklarımızı elimizden alırken sesimizi çıkarmadığımızı sordu.
Sankince aldıklarımızın zaten ailesi için aldığımızı söyledik. Bunu söylemek yazmaktan iki kat daha zor olmuştu.
Çocuğun yüzünde kocaman bir tebessüm olmuştu. Ve bize zoraki yardım ettiğimiz adamın bizi çağırdığını söyledi.Kendimizden emin adımlarla çocuğu takip ettik. Bir yığın demir ve tahta fazlası gibi duran ve acayip bir şekilde kötü kokan bir yere girdik. Yerde ki minik yastıkları ve kapıya benzer bir kaç şeyi görünce buranın bir ev olduğunu anladık. Ama durum gerçektende kötüydü.
Namaza giderken ağlayan çocuk geldi yüzünde kendinden büyük bir tebessüm vardı. Birden Bünyamin adlı arkadaşımın kucağına geçip sakallarıyla oynamaya başladı. Bunu görünce şaşırdık çünkü Bünyamin dünyanın en soğuk insanı ve çocukları da pekte sevmez.
İçerinin kokusu ciğerlerimi ele geçirirken bayılmamak için kendimi oldukça zorluyordum. Bu büyük bekleyişin sonu bize önce azarı çeken sonra da aldıklarımızı elimizden alan adamın gelmesiyle son buldu. Adam üzerini değiştirmişti ve "Manoroma" diye seslendi.
İçeriden yardım etmeye çalıştığımız bayan geldi.
Bir den bir sessizlik oldu ve sessizliği bozan tabi ki Bünyamin'in "hooyyt" diye boğazını temizlenmesi oldu. Adam duraksayıp " Üzgünüm" dedi ve içeri gitti o sırada içeriden bir kaç yüzyıllık bir dede ile döndü.
Yaşlı adam "Kusura bakmayın. Eskiden varlıklı bir aileydik. Sizi bu durumlarda karşılamak istemezdik. Oğlum adına üzgünüm. Bizi bu hallere sokan bir arkadaşı vardı. Abdul Khan bizi dolandırdı. O bir Müslümandı. Biz ona çok güvenmiştik ancak varımızı yoğumuzu aldı.
Geçen yıl, torunum annesinden Kulfi istemişti ve oradan geçen örtülü bir bayan torunumu yanına çağırıp kendi oğluna iki tane almıştı ve torunumu da tokat atmıştı.
Bunun gibi bir çok şey yaşadık bu yüzden sizlerinde onlar gibi olduğunu düşündük. Bizi affedin. Aldıklarınız bize çok sizde uygun görür müsünüz bilmem ama geri kalanını komşularımıza dağıttık. " dedi. Üçümüzde şaşkına dönmüştük sanırım bu bir şakaydi. Hindistan elçimiz Basri hemen lafa karışarak " Sizin uygun gördüğünüz bizim içinde uygundur" dedi. Yüzü gergin dursa da Yaşlı adam mutluydu.Buradan anlayacağın insanlara yardım etmek bazen zor olabiliyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Babamın Günlüğünden; Hindistan
ContoBir denizci babanın kızı için yazdığı günlüğünden alıntıdır.