Küçükken bir şeyi oldukça içten dilersem gerçek olabileceğine dair bir umudum vardı. Bu yüzden istediğim şeyleri defalarca aklımdan geçirir, varlığını tam anlamıyla kavrayamadığım Tanrı'ya ricalarda bulunurdum. Dileklerim bir çocuğun basit istekleriydi; çikolatalar, oyuncaklar, belki bir bisiklet... Bu yüzden bazıları gerçekleştiğinde dileklerimin gerçekten de kabul olabildiğine inanır, bu güce sıkı sıkı tutunurdum.
Artık büyüdüm, bunun gerçek olamayacağını anlayacak kadar çok hayal kırıklığım oldu ama yine de son zamanlarımı aynı şeyi tekrar tekrar yaparak geçirmekten alıkoyamadım kendimi. Üstelik bu sefer dilediğim şey çikolata gibi sahip olabileceğim bir şey değildi.
Zamanın yavaşlamasını diliyordum.
Günler o kadar hızlı geçiyordu ki sonumun yaklaştığını düşünmemek imkansızlaşıyordu. Yaklaşık bir haftam kalmıştı. Yuki ile son bir haftamız. Güneşin doğuşu bir karmaşa haline gelmişti. Yuki ile geçireceğim yeni bir günün habercisi ve eksilen bir günümün daha başlangıcıydı. Artık her şey içinde hüzün barındırıyordu, en küçük ayrıntılar bile bir sızıya yol açıyordu.
Güçten düştüğüm için dışarı çıkamıyorduk. Sabahları Yuki kahvaltımızı odaya getiriyor, yattığım yerden kahvaltımı yememe yardımcı oluyordu. Sohbet ediyor, şakalaşıyor, günü planlıyorduk. Sonra tüm planları es geçip akşama kadar sarılarak yatıp müzik dinliyorduk. Yuki her akşam farklı bir şarkı çalıyordu benim için.
"Bugün ne çalacaksın?" dedim o gitarıyla uğraşırken. Son dakikamda aklımdan geçireceğim yegane görüntülerden biriydi bu.
"Pretty When You Cry," derken gülümsedi. "Sana atıfta bulunmuş olabilirim belki?" dedi yamuk bir tebessümle.
"Ağlarken hiç de hoş göründüğümü sanmıyorum." dedim ben de gülümseyerek.
"Bence hep hoş görünüyorsun."
Bunu gitarıyla meşgulken oldukça sıradan bir şekilde söylemişti ama yüzüme bakıyor olsaydı hiç de sıradan bir etki yaratmadığını görürdü. Zaten onun parçası olduğu her şey sıradanlığını kaybetmişti.
Kulağımda çınlayan sesi belki de son zamanlarda beni sakinleştiren tek şeydi. Sanki çektiğim tüm ağrılar birkaç dakikalığına inzivaya çekiliyor, bana anı yaşamam için müsaade ediyorlardı. Ya da onu gözümde ilah yapmıştım ve kendimi bir ilüzyona kaptırmıştım. Pek de bir önemi yoktu.
I'll wait for you babe that's all i do
Seni bekleyeceğim bebeğim tek yaptığım bu
Because i'm pretty when i cry
Çünkü ağlarken güzelim
Bu sözlerle fark ettim onu hiç ağlarken görmediğimi, onu ağlatacak kişi olacağımı. Ne kadar acımasızdım ki onu böyle bir çukura sürüklemiştim. Karşımda oturmuş, öleceğini bildiği birine şarkı söylüyordu. Bana bağlanıyordu.
Beni seviyordu.
I wait for you babe, you don't come through babe
Seni bekliyorum bebeğim, gelmiyorsun bebeğim
You never do babe, that's just what you do babe
Asla gelmiyorsun bebeğim, yaptığın tek şey bu bebeğim
Şarkıları melodilerine göre seçtiğini, melodilerine önem verdiğini söylemişti. O halde neden canımı yakıyordu? Neden söylerken zorlanıyordu? Neden sesi titriyor, neden yüzüme bakamıyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
drawn to the blood / mafuyu×yuki
FanfictionÖlüme alışmaya çalışırken kapı komşusuyla tanışan Mafuyu; son zamanlarını mutlu geçirmekle hiç tanımadığı birini üzmemek arasında gidip gelmektedir. ⚠️ANGST!