5. the reason

87 10 9
                                    

Hayatım kısa bir sahne oyununa dönüşmüş gibiydi. Sanki tüm sahne karanlığa gömülmüştü de spot ışığı Yuki'nin üzerine düşmüştü. 

Hayal kırıklığı ve korku karışımı olarak nitelendirdiğim duygularla bezenmiş gözleri sadece bana odaklanmıştı, ağzımdan çıkacak kelimeleri bekliyordu. Aklımdan türlü türlü bahane ve yalanlar geçerken duraksadım. Ona yalan söylemek istiyor muydum? 

"Sanırım o arkadaş bu?" dedi doktorum fısıldayarak. 

Ona bakmadan Yuki'ye doğru yürüdüğümde sahne oyunu hala devam ediyor ve koridordakiler bizi izliyordu. Ben yavaş yavaş yürürken Yuki tek adım atmıyor ve gözlerinde hala değişmeyen duygu yüküyle bana bakıyordu. 

Önüne kadar geldiğimde hiç düşünmeden sarıldım, ellerimin altında vücudunun kaskatı kesildiğini hissedebiliyordum. Bu sahne oyunumuzun finaliydi. Birkaç saniye sonrasında beni sıkıca saran kollarını hissettim. Sımsıkı sarıldık.

Önceki hayatlarımızda kavuşamamışız gibi... 

Hastaneden çıkıp daha öncesinde oturduğumuz yere gelene kadar hiç konuşmadık. Hatta siparişleri beklerken bile konuşmadık. Ne olduğu gayet açıktı ve ikimiz de bunu konuşmak için adım atamıyorduk.

Aramızda ölüm sessizliği vardı.

Kahvelerimiz geldiğinde artık birinin bir şey söylemesi gerektiğini düşündüm.

"Sormak istediğin bir şey varsa sorabilirsin." dediğimde sıkıntılı yüz ifadesi gerginleşti. Muhtemelen benimle yakınlaştığı için çoktan pişman olmuştu.

"Sen... kanser misin Mafuyu?" derken sesi oldukça ılımlıydı. Gülümseyerek başımı salladığımda sertçe yutkundu. Birkaç saniye etrafına bakındığında ne denmesi gerektiğini bilmediği için böyle yaptığını biliyordum.

"Ben çok üzgünüm. Yapabileceğim bir şey varsa..." 

"Hayır, ben zaten-" derken duraksadım. 

"Aslında var." 

Gözleri irileşti ve masaya doğru eğildi. 

"Son zamanlarımda güzel vakit geçirmeme yardımcı olabilir misin?" dedim çekingen bir ifadeyle. Bunu ondan istediğim için oldukça mahcup olmuştum çünkü birbirimizden bir şeyler isteyecek kadar yakın değildik. Hele ki son zamanlarımı birlikte geçirmek isteyeceğim kadar hiç yakın değildik.

"Son zamanlarım da ne demek?! Tedavi oluyorsun ya, daha yaşayacak çok yılın var." dedi her zamanki coşkusuyla. 

Kırık bir tebessüme engel olamadım. 

"En fazla 3 ayım varmış." 

Aramızda duvar gibi yükselen sessizlik artık ikimizin de aşamayacağı bir engel olmuştu. Ne o bunun üzerine ağzını açıp bir şey söyleyebildi, ne de ben ona daha fazlasını anlatacak gücü bulabildim. 

"Seninle yakınlaşmayalım istedim. Ölmek üzere olan biriyle vakit geçirip sonrasında üzülme istedim." dedim nihayet konuşabildiğimde. 

Bana bakıyordu ama konuşmuyordu. Gözlerinde ne olduğunu çözemiyordum. Ne ara bu kadar bağlandık veya ölmek üzere olduğum için bu hisler yalnızca benim kafamda mı bilmiyordum. Tek bildiğim Yuki'nin benden uzak durması gerektiğiydi çünkü ben unutulma korkuma yenilip tüm umudumu Yuki'ye bağlamıştı.

"Mafuyu."

İsmim ağzından oldukça kırılgan bir tınıyla çıkmıştı ve bu bile pişmanlığımı ona katlamıştı. En başında ona soğuk davranmalıydım diye düşündüm. O gitara hiç bakmamalıydım, evden hiç çıkmamalıydım, onunla hiç sohbet etmemeliydim.

"Bu gece beni dinlemek ister misin?" diye sordu Yuki. 

Beni en çok şaşırtan neydi bilmiyordum; her şeyi es geçip bana yaptığı teklif mi yoksa bunu söylerken uzanıp elimi sıkıca tutması mı?

"Yuki ben... çok isterim." deyip birkaç saniye kafamı toplamaya çalıştım. "Ölmek üzere olan biriyle arkadaşlık yapman ne kadar iyi bilmiyorum." 

Sorun şuydu ki o kadar çekiniyordum ki yalnız ölmekten, ona sertçe karşı çıkamıyordum. Seninle görüşmek istemiyorum diyemiyordum. Ona, onun yanımda olmasına ihtiyacım vardı. 

Tanrı benden gençliğimi alıp Yuki'yi vermiş olabilir miydi?

"Hastalığı düşünmeyi yasaklıyorum sana. Bundan sonra sadece eğlencemize bakacağız!" diyen Yuki'nin umut yüklü sesi nefesimin sıklaşmasına  sebep oldu. Ellerimi gökyüzüne açıp dua etmek geliyordu içimden. 

"Emin misin Yuki?" diye sordum son kez. 

Gülümseyen suratına ışık vuruyor, onu daha da ilahlaştırmam için sebep veriyordu bana. Onu bir çok şeyle metaforlaştırabilirdim. Bir anda bir sürü şeyim oluvermişti. Bunları bilse belki de arkasına bakmadan kaçardı ama şu an karşımda elimi tutuyor ve ağzı kulaklarına varana kadar gülümsüyordu.

"Hadi eve gidelim, dinlen. Akşama kulakların bayram edecek." dedi göğsünü kabartarak. Bu çocuksu tavrı beni güldürmüştü. 

Oradan eve gidene kadar elimi hiç bırakmadı. Sanki ömrümün kalanında hep yanımda olacağının bir ön gösterimiydi bu. Her dakikamın yıllar gibi geçmesini diliyordum. O kadar korkuyordum ki bu kısacık sürede onu kaybetmekten, içinde bulunduğumuz şartlardan şikayet edemiyordum. 

Yanlış zamanda çıkagelen doğru kişiydi Yuki. Ben de bundan şikayet edip son zamanlarımı zehir etmek yerine anılar biriktirecektim kendime, ölmeden saniyeler önce gözümün önünden geçsinler diye.

Ne de olsa biriktirecek çok anım olduğunda günün yüzlerce cebi vardır.*

*Friedrich Nietzsche

drawn to the blood / mafuyu×yukiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin