22-İlk Büyük Kavga

548 37 46
                                    

Rosé ile benim için işleri daha da karmaşık hale getirmekten başka işe yaramayan konuşmamızı bitirmiştik. O Jimin ile buluşmak için beni atölyede yalnız bırakmıştı fakat ben kendimde çalışabilecek zihniyeti bulamıyordum. Güzel sonuçlar ortaya çıkaramayacağımı düşündüğümden atölyeyi kapatmaya karar verdim. Önce Jungkook'u aramayı düşünsem de onun benden başka bir hayatı olduğunda, işleri olabileceğini düşünüp vazgeçtim.

Ani bir kararla boya satın alabileceğim bir mağazaya gidip birkaç çeşit boya ile çeşitli büyüklükte birkaç fırça alarak evimin yolunu tuttum. Salonun bir duvarını tıpkı Jungkook ile yaptığımız gibi boyamak istiyordum. Onun kadar büyükçe bir resim çizemeyecek olsam da duvara resim çizme fikri beni oldukça heyecanlandırmaya yetmişti bile.

Sehun'a sormamıştım ama beğeneceğini düşünüyordum. Sonuçta bu benim el emeğim ve benim uğraştığım bir şey olacaktı.

Eve gelir gelmez üstüme rahat ve eski kıyafetler giymiş, televizyonun karşısındaki koltuğu biraz çekmiş, boya yapacağım duvara yakın tüm eşyaların üstünü örtmüştüm. Telefondan hareketli bir şarkı açmış; evdeki metre yardımıyla koltuğun yirmi beş santim kadar yukarısına yaklaşık elli santim yüksekliğinde iki yüz santim genişliğinde bir dikdörtgen çizmiştim. Ardından o gün yaptığımız gibi çizdiğim dikdörtgeni bant yardımıyla dört eşit parçaya bölmüştüm.

O gün yaptığımız mevsim resminin aynısını fakat daha küçüğünü bugün bu duvara çizmek istiyordum. O yüzden hemen çalışmaya başladım. Attığım her fırça darbesinde biraz daha kafamı boşaltmış hissediyor, rahatlıyordum. Müzik eşliğinde resim çizmeye odaklanmak ruhuma iyi geliyordu.

Kaç saat geçtiğini bilmiyordum lakin aydınlık başladığım iş ancak hava karardığında bitmişti ve ben şimdi yüzümdeki gururlu gülümsemeyle duvardaki eserime bakıyordum. Çok yorulmuştum ve resmin kesinlikle mükemmel değildi; hataları vardı ama benimdi; benim bir parçamdı. Duvara baktığım her an yüzümdeki gülümseme büyüyordu.

Aklıma Jungkook gelmesiyle telefonumu hemen elime aldım. Duvarın bir fotoğrafını çekerek ona yolladım ve altına 'Bu güzel fikir için teşekkür ederim. Hayatımı değiştiriyorsun' yazdım.

Mesajı yolladıktan sonra ayaklanıp dağıttığım salonu toparlamaya başladım. Her şey yerli yerine geldikten hemen sonra telefonumun mesaj sesini işittim.

'Çok güzel görünüyor, hayatını değiştiriyorsun' yazmıştı. Mesajını görür görmez yorgun suratımda bir gülümseme peydahlanmıştı fakat bunu fark eder etmez kafamı iki yana sallayarak ifadesiz halime geri döndüm. Cevap yazma gereği hissetmeden mesaj uygulamasından çıkıp telefonu bir kenara bırakarak mutfağa geçip kendime bir yorgunluk kahvesi yapmaya başladım.

Kahveyi yeni elime almış salona geçecektim ki kapı çalma sesi duydu. Salona geçmeden kapıya yöneldim. Gelen Sehun'du.

'Hoş geldin' dedim mutlulukla. Duvarı gördüğünde vereceği tepkiyi çok merak ediyordum. O da çok beğenir miydi benim gibi? Belki başka bir duvarı beraber boyamayı teklif ederdi.

'Hoş buldum' ardından 'Burası ne kokuyor böyle' demişti yüzünü buruşturarak. Bu tepkisi bana Jungkook'un babasını hatırlatmıştı.

'Ah evet salonda bir sürprizim var sana'

'Sürpriz mi?' diye sordu kuşkuyla. Şaşkın görünüyordu ama buna takılmamaya çalışıp onu kolundan tuttuğum gibi salona çekmeye başladım.

Salona girmemizle ben ona o da yeni boyadığım duvara bakmaya başladı. Yüzünde mutluluk ya da heyecan görememek ilk an yüzümün düşmesine sebep olsa da çaktırmamaya çalışarak 'Nasıl buldun?' diye sordum.

Better Late Than Never -Liskook-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin