26-Aile Yemeği

546 37 6
                                    

Çok uzatmadan ve dallandırmadan senelerini adadığın insandan ayrılmak mümkün müydü bilmiyordum ama karşımdaki adam tam olarak bunu istiyordu.

'Lisa sen ve ben birbirimize iyi gelmiyoruz şu sıralar. Sen de farkındasın bunun.'

Bunu tek fark eden benim sanıyordum oysa. Sehun daha ne kadar sürpriz saklıyordu benim için merak ediyordum doğrusu.

'O yüzden belli bir süre ayrı kalsak, düşünsek ve birbirimizi özlesek ikimiz için daha iyi olacak gibi hissediyorum.'

Benim şaşkınlıktan tutulmuş dilime nazaran o gayet akıcı bir şekilde konuşuyor. Bu konu hakkında hiçbir tereddütünün olmadığını açıkça belli ediyordu. Bu zamana kadar ondan bıkanın ben olduğumu sanıyordum ancak iki gündür anlıyordum ki o da en az benim kadar bıkmıştı benden. Eğer ben onu sevmiyorsam o da en az benim kadar sevmiyordu beni.

'Ben şaşkınım şu an' dedim zorlukla.

'Şaşırılacak bir şey yok. Bana senden nefret etmek istemiyorum diyen sendin. Birbirimizden nefret etmemek için buna ihtiyacımız var.'

Beklediğimden çok daha olgun konuşuyordu.

'Sonra ne olacak? Dediğin gibi ayrı kaldıktan sonra yani?' diye zordum zorlukla çıkan sesimle. Üzgün hissetmiyordum şaşırmış hissediyordum sadece.

'Bilmiyorum. Eğer devam istersek devam edeceğiz etmezsek ayrılacağız.' dedi sakinlikle.

Kafa salladım.

'Sen nasıl istiyorsan öyle olsun.' Dedikten hemen sonra ayaklanmış Sehun'un yanından ayrılmıştım. Ne hissedeceğimi bilmiyordum, hiçbir zaman öğrenememiştim. Sadece bazen Jungkook'un yanında hissetmeyi bildiğim anlara sahiptim onun dışında ondan uzak olduğum her an böyle bocalıyordum işte hisler konusunda.

Sehun'un tüm evliliğimiz boyunca beni hiç anlamadığından bana hiç saygı duymadığından yakınmıştım ancak şu an o bana karşı en doğru şekilde yaklaşmaya çalışıyordu ve ben yine de mutlu hissetmiyordum. Ne hissedeceğimi bilmiyordum.

Sehun'un yanından ayrılalı yarım saat kadar olmuştu. Havanın temiz olması ve gelirken Sehun'un arabasıyla gelmiş olmam dolayısıyla arabam yanımda olmaması yüzünden yürüyerek atölyeye gidiyordum. Bu sırada Jungkook'un aradığını gördüm; sabahki mevzu yüzünden hala ona karşı sinirliydim yine de aramayı cevapladım.

'Efendim savaşçı bey' Sinirimi ona belli etmemek için oldukça çabalıyordum çünkü tekrar beni mi kıskandın sorgularına çekileceğimi adım kadar iyi biliyordum.

'Nasılsın sabahtan sonra, kıskançlık hissedebilen kadın?' Belli ki o benim belli edip etmememle ilgilenmiyordu ki sesi şimdi bile oldukça eğleniyor gibi çıkıyordu. Görmeyeceğini bilsem bile göz devirmeme engel olamamıştım.

'Neden seni kıskanıyor olmam fikri bu kadar hoşuna gitti?' diye sordum sesimdeki şüpheyle. Amacım onu bana yaptığı gibi köşeye sıkıştırmaktı ama karşımdakinin Jungkook olduğunu unutmamalıydım.

'Sebebini söylememden hoşlanacağını düşünmüyorum. Ama yine de söyleyebilirim istiyorsan?'

Benimle dalga mı geçiyordu yoksa ciddi miydi ya da bu açık açık söylemediği, her şeye yorulabilecek cümlelerinden ne çıkarmam gerekiyordu bilmiyordum. Bildiğim tek şey oyununu gerçekten iyi oynuyordu.

'Bu imalarından ne çıkarmalıyım?' dedim cesaretimi toplayarak gayet açık sözlülükle. Madem oyun oynamak istiyordu ben de ona ayak uydururdum. Sorumu duyar duymaz kahkahasını duydum önce. Büyük ve keyifli bir gülme sesiydi bu. Neden bu kadar büyük bir kahkaha atmıştı bilmiyordum ama ister istemez heyecanlanmıştım.

Better Late Than Never -Liskook-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin