1. BÖLÜM: "MÜJDE"

10 7 9
                                    


'Görmek inanmaktır.'

İngiliz Ata Sözü

Müjde.

Sanat odamda resim yapmakla meşguldüm. Bir elimde fırça, diğerinde boya vardı ve resmi bitirmek üzereydim. Ayağa kalkıp tabloya şöyle bir baktım; yumurta şeklinde bir şeyin içinden çıkmaya çalışan bir adam resmetmiştim. Bir eli kabuktan dışarı fırlamış, bir bacağı da gerilmişti. Ünlü ressam Salvador Dali'nin tablolarından biriydi fakat ben, bunu kendi tarzımda resmetmiştim. Resim genel olarak kasvetliydi: gri, siyah ve beyaz. Kasvetli bir havayla aynı Hieronymus Bosch veya Zdzisław Beksiński'nin tablolarına benziyordu. Fırçayı kenara bırakıp yeni tablonun içime sinmesi için bir süre inceledim.

Çizime ilk merakım sekiz yaşımdayken başlamıştı. Anlayacağınız, yirmi dört senedir fırçayı elimden bırakmamıştım. Ünlü bir ressam değildim ama iyi miktarda para kazanıyordum.

Duvarlarda çizdiğim tablolar asılıydı. Daire şeklindeki masanın üzerinde fırçalar, renkli kalemler ve boya gibi aletler vardı. Bu küçük oda benim sanat dünyamdı.

Son yıllardır epeyce tablo satmıştım fakat çizip de satmadığım tek bir tablo vardı. Eski Yunan efsanesini resmetmiştim. Prometheus dağlık bir arazide, el ve ayak bileklerinde kırılmış zincir halkaları varken, iki eliyle tuttuğu kılıcı saldırgan olan büyük bir kartalın kafasını kestiği anı çizmiştim. Beş yıldır kimseye satamamıştım. Yürek ısıtan tablo değildi. Belki de çöpe atma zamanı gelmişti.

Tabloyu duvardan alıp odadan çıktım. Salona geçtim ve onu televizyonun arkasına koydum. Ekim ayında yeni eve taşınacağımız için, her köşede içi eşyalarla dolu karton kutular vardı. Eşyalar kutularda olunca, ev eskisinden daha geniş gibi görünüyordu.

Lavaboya gidip ellerimi yıkadıktan sonra mutfağa geçtim. Oğlum küçük Ben okuldan dönmüş ve annesiyle birlikte beni masada bekliyorlardı.

Gerçekten acıkmıştım. Yemek sırasında küçük Ben o gün okulda neler olduğundan bahsediyordu. O kadar heyecanlı ve coşkulu konuşuyordu ki, annesi ikide bir yemeğini yemesi için uyarmak zorunda kalıyordu. Okulda iki sınıf arasında kavga olmuştu. James Miller isminde bir öğrenci yan sınıftaki rakiplerine- öğrencilere küfür etmiş ve kavgaya neden olmuştu. Küçük Ben kavgaya karışmadığını söylediğinde, "Doğru olanı yapmışsın," dedim.

Beverly, "Bayan Carmody hakkında hiçbir şey söylemeyecek misin, küçük Ben?" diye sordu. Küçük Ben omuz silkti. Yüzü düştü ve istemeyerek de olsa olayı anlattı. Fakat öncelikle, bir şeyden bahsetmeliyim.

Uzun zamandır insanoğlunun aradığı ve söylenenlere bakılırsa bulduğu bir şey vardı. Bir hafta önce tüm dünyayı heyecana boğan bir şeyin keşfedildiğini beyan etmişlerdi kamuoyuna. Altı kişiden oluşan bir gurup bilim adamı DNA'ya zarar vermeksizin insanı ölümsüz yapabilecek bir ilaç geliştirdiklerini açıklamışlardı. Yayınladıkları iki dakikalık açıklama videosu sosyal mecralarda ışık hızıyla yayılmıştı. Bin yılın keşfi olacaktı: ÖLÜMSÜZLÜK: İnsanoğlunun ateşi bulmasından sonra en büyük icadı! İsviçre'nin başkenti olan Cenevre'de, Eylül'ün 29'da, uluslararası bir toplantı gerçekleşecekti, yani iki gün sonra. Her kes nefesini tutmuş, coşkuyla toplantının gerçekleşeceği günü bekliyordu. Hatta, o günlerde ölen bir kişinin haberi alınınca, "Yazık oldu, zavallı, ölümsüzlüğe bir kaç gün kala öldü," diye üzülüyorlardı.

Her yerde, her kesin konuştuğu bu olay, okulda da kulaktan kulağa dolan dedikodularla zengindi. Birisi, sadece zenginler yapabilecek derken, diğeri bunun yalan olduğunu savunuyor, başka birisi de, uzaylılarla ilgili olduğunu düşünüyordu.

Küçük Ben'in bahsettiği Bayan Carmody, emekli olmasına bir yıl kalmış İngilizce öğretmeniydi. Bir çok din adamı gibi ölümsüzlüğün saçma ve yalan haber olduğunu iddia ediyordu. İşte bu konuda bayan Carmody şahsi düşüncelerini çocukların beyninin boş kısımlarına doldurmaya çalışıyordu. Bir çok filmde böyle tipleri görmüştüm ve bu öğretmen o sıfatlara gayet uygundu. Çocuklar ondan hep korkardı ve anlattıkları gerçekten küçük Ben'i kötü etkiliyordu.

Bir gün bundan bıkıp öğretmenle konuşmaya karar verdim. Okulda, ders yerine böyle şeylerin öğretildiği konusunda endişeliydim ve bunu söylemek için bizden iki kat aşağıda oturan bayan Carmody ile konuşmak için kapısını çaldım. Fakat yaşlı öğretmen bana vaaz vermeye çalışır gibi konuşmaya başlayınca aceleyle asansör düğmesine basmıştım. Kadın susmak yerine ev kıyafetleriyle asansörü bekleyen bana meydan okuyan çatlak gözleriyle bakmış ve kapıyı sertçe kapatmıştı.

Yemek bitmek üzereyken, "Bayan Carmody hakkında endişelenme, oğlum," dedim. "Yakında yeni eve taşınacağımız için çok daha iyi bir okula gideceksin."

"Ama yeni arkadaşlar bulmak çok zor." Küçük Ben başını aşağı eğdi ve çatalı tabağına bıraktı.

"Her zaman öyledir." Sekiz yaşındaki bir çocuğun hayatında bir çok defa arkadaş değiştireceğini biliyordum. Yılanların kabuk değiştirmesi gibi insanlar da değişir zamanla. Çevresi, düşüncesi, ilgisi ve benliği. Tüm bunların en iyi şekilde oğlum için olmasını umuyordum.

TANRININ IŞIĞI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin