Hava bir anda soğumuştu sanki. Üzerimdeki kısa kollu tişörtün açıkta bıraktığı kollarımı ovuşturarak yatakta oturur pozisyona geldim. Bir süre sabah sessizliğini dinledi. Aslında o kadar da sessiz sayılmazdı. Dışarıdan araba ve insan sesleri geliyordu. Sabahın erken saati olduğu için birçok insan aceleyle işine veya okuluna gidiyor olmalıydı. Yatakta oturmaya devam edip kendime gelmeyi beklediğim dakikalarda kapının çalmaya başladığını fark ettim. Kimin geldiğini düşünürken odamdan çıktım ve koridor boyunca kapıya doğru yürüdüm. Kapı kulbunu indirdiğim vakit hiç beklemediğim yüzlerle karşılaştım. Gerçi insan en yakın arkadaşlarının evine gelmesine neden şaşırırdı ki?"Aa," dedim şaşkınlıkla. Yoongi Hyung ve Jungkook da bana bakıyordu. Jungkook yeni uyanmış sersem halimi ilk kez gördüğü için şaşırmış olmalıydı. Yoongi Hyung ise aynıydı. Ne de olsa beni birçok kez yeni uyanmışken görmüştü.
Komşuluk, çocukluk arkadaşı meseleleri işte...
"Geçelim mi artık Jiminshi?" Dedi Jungkook. Gözlerimi kısarak ona baktım. "Bana Hyung diyeceksin, geçin ayrıca." İkiside spor ayakkabılarını dar holde çıkardı ve içeri geçtik. "Taehyungie Hyung nerede?" Gülerek Jungkook'a baktım. "Sabah sabah başında dikilip yüreğine mi indirmek istiyorsun?" Elindeki poşetleri salonun kenarında, orta büyüklükteki masanın üzerine bıraktı. "Hayır ya," sırt çantasını da sandalyeye bırakmıştı. "Kahvaltı için sevdiği çöreklerden aldık, hemde dün mutsuz gibiydi kafası dağılır belki." Dedi ilgiyle. Yoongi Hyung'la birbirimize baktık. Onu üzen şey sensin diyemedim. Gerçi bu konuda Jungkook'u suçlayamazdım. Hiçbir şeyden haberi yoktu, haberi olsa bile hiçbir şeye karşılık vermesi gerekmiyordu. Kendi yaşında herkes gibi o da benimsediği yaşam tarzını yaşıyordu.
"Odasında," dedim. "Hadi uyandır gel." Kafasını sallayarak salondan çıktı ve koridor boyunca ilerledi. Masadaki poşetlere ilerleyip içlerine baktım. Yoongi Hyung da sandalyeyi çekti ve bana bakmaya başladı. "Senin sevdiğin çöreklerden kalmamıştı, bunun için sana sıcak bir çay aldım." Dedi. Elinin biri çenesinin altındaydı. Doğrudan bana bakıyordu. Yutkunarak kafamı salladım. "Teşekkür ederim," dedim gülümseyerek.
Poşetinin içinde paketlenmiş, büyük boy çayı aldım ve kapağını açarak içine baktım. Çay ağzına kadar doldurulmamış, üzerinde biraz boşluk vardı. "Unutmamışsın," dedim kırık bir tebessüm bırakarak. "Çayın üzerine çok sıcak olduğu ve öyle içemediğin için soğuk su koyduğunu mu?" Alaycı bir şekilde gülüyordu şimdi. "Bunu senin dışında kimse yapmıyor çevremde, unutamam sanırım." Dedi. Bende güldüm ama pek keyifli bir gülüş değildi. "Evet, aramızda hala özel bir şeylerin kalmış olması şaşırttı beni." Bunu benden duymayı beklemiyor olmalıydı. Arkadaşlığımızın bir anda kesilmesi yüzünden ikimizde birbirimizi yüzlerimize karşı suçlamamıştık hiçbir zaman. Bunu söylemeyi bende beklemiyordum, zaten bunu planlamamıştım da. Bir anda çıkmıştı ağzımdan. Önceden çok fazla arkadaşımız olmasına rağmen hep birlikte olduğumuz için birçok şeyi birlikte yapıyorduk. Han nehri kenarında içerek gelecek planlarımızdan konuşmak, evlerimizin arka bahçesinde annelerimize yaptırdığımız yemekleri alarak piknik yapmak, ilk defa ve son kez -benim için- sigarayı denemek, ileride yeterli maddi duruma ulaştığımızda seyahat etmek istediğimiz ülkelerin listesini yapmak, lise sınavına hazırlanmak... Lisenin ilk yılına kadar böyleydi. Sonradan ikimizde değişmiştik sanırım.
Şimdi ikimizde bu aktiviteleri farklı insanlar ve farklı hislerle yapıyorduk. O zaman hayata karşı daha büyük bir merakımız ve ilgimiz vardı. Özellikle benim. Şimdi ise hayatın pek bir numarası kalmamış gibiydi. Sadece girdiğimiz yolu bitirmeye çalışıyor gibiydik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
all the stars | yoonmin
FanfictionHayatını yaşasan iyi edersin, zamanımız tükeniyor. ruh eşleri, reenkarnasyon, alternatif evrenler