Çatlakların arasından onun güzel yüzünü gördüm.

39 2 0
                                    

Ne bileyim Füsun, sen şimdi aramıza duvar örsen ben yine kalkar senin sevdiğin -turuncu- renge boyarım.

Didem Mamak.

Müzik; Güney Marlen - Gönül ağrısı.

-

Kurumuş mürekkep lekeleri ile bezenmiş ellerimi ensemde ki henüz uzamış saçlarımın arasında gezdirerek derin bir nefes aldım yüzüme çarpan serin hava eşliğinde.
Dün geceden bükük kalmış boynumu ince uzun parmaklarımla ovdum bir müddet. Gün henüz doğmamışken, yüksekce terasın cılız duvarlarında, ufak turuncu ışığımın gölgesinde bir silüet daha görmekte gecikmedim. Hızla başımı terasın tahta kapısına çevirerek o yöne baktım, kimse yoktu.
Aksine gün henüz doğarken etrafı kısa bir betonla çevrelenmiş alana yeni yeni seher vakti uğruyordu.
Küçük bir iç çekiş eşliğinde önümde duran belki 521. Mektubuda rast gele savurdum ahşap sehpahaya.
Gün ışıkları gözlerimi yakarken bir kez daha doğruldum oturduğum rahatsız zeminde ve yeniden mürekkebi bir çok kez akıp elime yüzüme bulaşan kalemi sıkıca kavrayarak bir beyaz kağıt daha seçtim ve ilk satırı yazdım.

"Her karanlığın bir mavisi ve her mavinin bir karanlığı var aslında.
Kalma karanlığa.

kalbime ayakkabılarınla girdiğin için hiç kızmadım.
Bu hayatta seni kim incittiyse,
hepsi için ben özür dilerim."

Birini gerçekten her şeye rağmen sevmek bu sanırım.'

Beyaz sayfaya tanıdık dizelerle birlikte dökülen mavi mürekkep'i pekte umursar bir hâlim yoktu şu sıra.
Bir turuncu zarf daha alarak koydum içine isimsiz mektubumu.
Bilinçaltım çok fazla Kafka okuduğumu diretirken kırılgan bir tebessüm eşlik etti dudaklarıma.
Kalbim yer yüzünde ki cenneti savunarak ellerimi bir kez daha kalemi kavramam adına direttiğinde iki yana doğru salladım başımı nefes almanın yükü eşliğinde.
Pütürlü avuç içlerimi dizlerime yaslayarak doğruldum güçlükle oturduğum yerden.

Gün doğumuna yaklaşırken terasın sınırlarını çevreleyen beton dizlerimin altında kalıyordu.
Bir kez daha soludum dünün ıslak toprak kokusunu.
Birileri yine hiç durmamış, avuç içine gömdüğü çiçekleri kurutmamak için ağlamıştı belli ki.
Ellerimi iki yana doğru betona yaslayarak sırtımı döndüğüm kapı tarafına huzursuzlukla birkez daha bakındım.
Hep geldiğim bu ücrâ yer bir kaç saat içerisinde tedirgin eder olmuştu beni.
Ben ve intihara meyilli zihnimi.
Dudaklarımı yine hatrı sayılır bir gülümseme yerleşirken biraz vücudumu dikleştirerek oturdum beton zeminin üzerine.

Ayaklarım altında kalan şehri izledim.
Birileri çoktan gün doğarken işe, okula  belki de sevdiğine yetişmekle meşguldü. Ardından son düşüm için alay edip güldüm kendime.
Böyle bir serdengeçti'lik ancak sen'den beklenirdi Wang Yibo diye sayıkladım.
Gözlerim bir kez daha kapanırken güneş öylede çok rahatsız ediyor değildi artık.
Yâhut olduğum yerde kalbimi güneşten daha fazlaca ısıtan'dan habersizdim.
Belim gerilerek öne doğru meyl ederken bedenim şairin hoş sözleri bir bir yankı ediyodu uğultulu zihnimde.

Rüzgar daha serin, daha keskince çarparken çehreme, gövdeme sarılı kollar arasında geriye çekilen bedenimle afalladım.

Gözlerim hızla aralanırken az evvel ki gülüşün kırıntısı yoktu çehremde.
Beton zeminde benimle birlikte öylece savrulan bedeni izledim bir müddet kavramak istercesine.
Büyük gözleri endişe parıltıları ile çevrelenmiş, muhtemelen özenle yapılmış saçları alnına doğru dökülmüştü.
Doğrulup ellerini gövdemde küçük bir çocuğu düşüp bir yeri acıyıp kanıyor mu diye teyit eden ebevylerden farksızdı şu cılız gövdesi ile.
"Neden burdasın, ne zamandır gelip gidiyordun buraya, kayıp mektuplarımı sen mi aldın?"
Henüz dudağının bir miktar altında ki ben'den başka bilgiye sahip olmazken hakkında, avuç içleri ile yerden destek alarak oturur hal aldı yerde.
"Sen eğer tutmasam oradan atlayacak mıydın?"
Haklıymış gibi öne sürdüğüm tedirginliği kendi realizm üstünlüğü ile ört pas ederek es geçmişti beni.
Dudaklarımı aralamışken ayaklanıp hiddetle bir ardıma, az evvel oturduğum betona birde bana baktı.
"Delirmişsin sen."
Sakin kalmak adına güzel ellerini şakaklarına kavuşturarak derin bir nefes alır gibiydi.
Fakat hakkında tek ilgimi çeken dudağının bir miktar altına şâiranece dokundurulmuş ufak bendeydi gözlerim. Soruları beni cezbeden yâhut cevap vermek isteyeceğim türden değildi. "Adın ne?" Dedim sakinliğim o'na çile ediyor gibi sertçe dikti o nahif irislerini göz bebeklerime. Cevap almadıkça cevap vermeyeceğine ikna olduğumda dudak büktüm. "Ben Yibo, ama adım bu diye böyle seslenmek zorunda değilsin, misal senin adın her ne ise," Dedim alâmetifârika olan çehreyi incelerken. Zalimdi, henüz yalnızca güzelliği ile. "Krizantem çiçeği tamamlar bu seher vakti tanışıklığını." Muhtemelen zannettiği ölümden beni çekip aldığı için o'na bu adı vermek istediğimi düşünüyordu, şâyet anlamını biliyorsa, ama benim bahsim hâlâ güzelliği ve beniydi. Sanki o sustukça gevezelik edeceğimi anlamış gibi araladı gül dudaklarını."Xiao Zhan, sadece Zhan." Derken ufak bir itiraz ile böldüm hoş sesini. "Henüz demeyi unutuyorsun Zhan, bir sâlise öncesine tahmininden ileri gidemezken, bırak güzel bir çiçekle taçlansın adın." Deli olduğum düşünmesi kuşkusuzdu onun için.

Siyah ceketini çıkartıp kirlenmiş ince beyaz gömleğim üzerine, omuzlarımdan örterken benden biraz uzun oluşu ile hiç zorlanmamıştı.
"Her fırsatta münzevi olmak yorsa gerek." Gülümsedim, o'da bana bunu yakıştırmıştı demek ki.
Boynumu bir miktar eğerek omzuma yasladığım başım ile izledim o'nu. "Sen de teras katların can kurtaranısın sanırım, mesleğin hoş lâkin yorucuymuş.
Memnun oldum seher yeli güzeli."
Ayık olduğuma şüphe ettiği her hâlinden belliydi. Oysa adam akıllı bir şişe içmezdim ki ben, yalnızca beyaz şarap o yasal ve sarhoşluk sayılmazdı, en azından o güzel beni kadar.

Güneş doğdu, biz yanyana oturduk eskitme koltuklara. Bir tane ile yetinmiştim, buraya benden başka gelen olmaz diye eskiciden koltuğu bu kata dek taşmasını isterken.
Fakat çift kişilik bir yalnızlık hissi ile zihnimi dolduruyordu yanımda oturmuş mavi göğü izleyen beden.
"Bir kaç gün önce taşındım bu apartmana, tabî sen bu damdan inmediğinden tanışamadık." Sözleri arası güldüm, ufak yakınması dahî latifti.
Bana yine o beyhude bakışları ile baktığında dudaklarıma görünmez bir fermuar çektim. "Şair olduğunu söylemişlerdi, Mecnun değil." Bir kez daha sözünü bölmemek adına sıkıca kapadım dudaklarımı birbirine.
"Neden çıktın oraya, bir dakika daha olduğum yerde durup beklesem o kapı ardında, atlayacak gibiydin, bu kadar basit mi yaşam? Üstelik her gün yeni bir gün doğarken. Ve şimdi az evvel ki sen değilmişsin gibi beni sorup oralı olmuyorsun sözlerime aldırış edip. Bipolar mısı-" Sözlerini çakışan sorum böldü. "Psikolog musun?" Yerinde mıh gibi kalıp kollarını birbirine bağlayarak karşıya dikmişti bakışlarını. Ne yani, küsmüş müydü? Alt dudağıma ufak bir eziyet ederek çekingence dokundum omuzlarına. "Sadece mesleğinde yeni oluşun az biraz yansıyor dışa, en azından meraklı gözlerinden, kucağında kavuşmuş parmak uçlarından." Kol saatimi kontröl ederek ona doğru dönerek eğildim hafifce, ellerini avuç içlerimde gizleyerek araladım dudaklarımı. "Nefes aldıkça yetişmem gereken vakitler var, şimdi izin ver güç bulayım bu vakitsiz zamana." Susup sorumluluk almasını temenni ettim, nefes alma suçum, yâhut sebebim karşısında. Belli belirsiz başını sallarken tedirgindi. Dudaklarımı usulca avuç içimde açtığım parmak uçlarına bastırarak baş parmağım ile okşadım bileğini "Sorumluluk al ve yeniden nefes almama ihtiyaç duyuncaya dek yaşa."

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Oct 01, 2021 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

saudâde.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin