Orhan Yavuz birlikte büyüdükleri Ateş Hekimoğlu'nun hayatının önemli dönemeçlerine tanık olmuş nadir insanlardandı. Bu dönemeçlerden birisi de, Ateş'in yirmi yıl önce yurt odasını boşaltıp aniden okuldan ayrılmasıydı. Orhan başta ne olduğunu anlamamıştı, Ateş kendisiyle iletişime geçene kadar meraktan kurumuştu ama Ateş'i tanıdığı kadarıyla bu ailesinin evini arayıp iyi olup olmadığını sorabileceği türden bir şey değildi. Son zamanlarda huzursuz olduğu belliydi ama kendisinin giderek kötüleşen ağrıları dikkatini dağıtmıştı. Ateş konuyu anlattığında kendisine kimseye anlatmamak ve detaylarını sormamak üzere yemin ettirmişti, bu nedenle ne olduğunu biliyordu ama neden olduğunu tam olarak anlamamıştı.
Yirmi yıl sonrasında belki de yeni bir dönemece tanık oluyordu; yine ne olduğunu biliyor ama nedenini anlamıyordu. İpek Tekin bir hışımla masadan kalktığında kendisinin pek anlam veremediği ancak Ateş için çok daha fazlasını ifade ettiğini anladığı bir soru sormuştu. "Aslında hiç sevilmediğini hissetmek nasıl bir şey, biliyor musun?" demişti, bu hayal kırıklığını yaşayabilmek için aksini hissetmiş olmak gerekmez miydi? Sorunun kaynağının Amasra'da yaşananlardan ziyade Ankara'da yaşanmayanlar olduğunu çözmesi çok zamanını almamıştı.
İpek eşyalarını toplamaya yöneldiğinde Ateş saatini kontrol etti, "Yalnız yedi dakikayla iddiayı kaybediyorsun İpek hocam, ben olsam biraz daha beklerdim."
Orhan o an önündeki kaşığı Ateş'e fırlatmak istedi, bu kadarı da fazlaydı artık. İpek'e doğru döndüğünde eline aldığı çantanın sapında kenetlenmiş parmaklarını gördü, kendisini sıktığı belliydi. Ateş'i muhatap almayarak Orhan'a söylediği belli olan cümleleri kurdu:
-Bir şey olursa beni ararsınız, sabaha muayeneye gel mutlaka. Biraz daha çorba var, içersin sonra.
"Çok sağ ol İpek. Ya aslında böyle gitmesen hem-"
"Orhan... Ateş'in vicdan azabı olma artık. Geçmiş olsun tekrardan."
İpek henüz masadan kalkmayan Ateş'in önünde durdu, cüzdanından 100 Lira çıkarıp masaya sertçe vurdu, "Afiyet olsun."
Ateş masanın üzerindeki paraya baktı, kapının kapanma sesi gelene kadar nefesini tuttuğunun farkında değildi.
"Ulan eşek herif, dilinin kemiği yok anladık da illa gem mi vurmak lazım sana? Daha neyin iddiasından bahsediyorsun ya?!"
Ateş yavaşça yerinden kalktı, masada duran ayracı da gömleğinin cebine koydu. Bastonuna uzandı ama Orhan konuşmaya devam ediyordu, "Okulu dondurdum demek nedir ya, o zaman İpek ne kadar endişelendi senin için, haberin var mı?"
"Yok, Doktor! Haberim falan yok! Okula döndüğümde benim için endişelenmiş bir hali de yoktu zaten!"
Orhan bu ani ses yükselmesinden rahatsız olmuştu ama o da yükseltti sesini, "Çünkü sen dünyanın en umursamaz adamı gibi görüneceğin bir yalan söyledin ve onu yaşadın! Bak aranızda ne geçti bilmiyorum ama o zaman İpek'ten saklamanı gerektirecek şeyler her neyse artık mevcut olmayacağı belli. Niye doğrusunu anlatmıyorsun, okuldan uzaklaştırıldım desene!"
Orhan bir an gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. İçtiği parasetamol iyiden iyiye yetersiz kalmaya başlamıştı. Elini kaldırdı ve Ateş'e yeter işareti yaptı, anlamsız bir tartışmanın içine sürüklenmek istemiyordu. Şakağını ovuşturdu ve az öncekinden çok daha alçak bir sesle devam etti.
"Senin yaptığın en büyük hata ne, söyleyim mi? Etrafındakileri kendinden uzak tutmayı onların yararına bir şey sanıyorsun. Ama sürekli iteklediğin insanlar ne yapar biliyor musun, giderler. Sen bana güvenme, bak insanın başına ne geleceği belli olmuyor. Belki şu an morgda yatıyor da olabilirdim... Demeye çalıştığım asıl şey şu, seninle bir hayatı paylaşma sözü veren kişi bile gittiyse, bir şekilde eksenine takılmış birisinin kalacağını ne biliyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uçuk Mavi Pencere [Hekimoğlu]
FanficBaşka bir şey ararken çekmecenin dibinde eline geçen eski bir defteri aralamaya benziyordu bu... Çok uzun zaman öncesinden ve artık orada olmadığına inanılan bir defterin sararmış yapraklarından kopmuş gibi gelen bir hafta sonu hikayesi Ateş Hekimoğ...