7 - Gimme Shelter

124 18 5
                                    

Sarı. Çevremdeki dünya sarı tonlarında gölgelenmişti. İnanılmaz derecede etkileyici ve korkunçtu. Bellamy ile birlikte Rover'dan atladım ve bizi karşılayan babama doğru yürüdüm. Ona sarıldım.

"Tekrar hoş geldin." dedi babam.

Gülümsedim ama gök gürlediğinde yüzüm düştü. Etrafımızdaki hastalıklı renk tonu göz önüne alındığında bulutlar kara yağmur getirecek gibi görünüyordu. Bu sefer gerçekten getirecekti. Rüzgarı hissettiğimde yağmurun gelmesi için daha fazla beklememiz gerekmeyeceğini anladım. Yüzüme bir damla damladı ve cildim yandı. Sadece küçük bir yağmur damlası bile bu kadar acı vericiyse sağanakta ne kadar dayanılmaz olabileceğini hayal etmeye gerek yoktu.

"Kara yağmur." diye mırıldandım.

Babam "Herkes içeriye!" diye bağırdı.

"Kara yağmur!" Bellamy bağırdı. "Sireni çalın!"

Herkes çoktan gemiye doğru koşmaya başlamıştı bile. Hepsi ceketlerini kafalarına geçirerek yağmurun ciltlerini yakmasından korunmaya çalışıyordu. Sonunda ben de daha fazla dayanamayarak gemiye doğru yol aldım. İzdihamın arkasından giderken ben de kendimi korumaya çalışmak için ceketimi başımın üzerine örttüm. Üzerime yağan yağmur açıkta kalan yerlerimi yakarken acele etmeye ve sızlanmamaya çalıştım.

Son anda yerde acı içinde çığlık atan bir adamın üzerine düşecekken durakladım. Ona yardım etmeyi düşünüyordum ama zaten adamın cildi o kadar yanmıştı ki ona yardım edecek tıbbi kaynağımız olduğundan şüpheliydim. Onu orada bırakmaktan nefret etsem de onu içeriye taşımayı kendi başıma beceremezdim.

Harper şok içinde adama bakıyordu. Ona yardım etmek istediğini gözlerinde görebiliyordum. Bu yüzden adama doğru hareket ettiğinde kolunu tuttum. "Hadi Harper, gidelim!" diye bağırdım kaosun arasında. Onu gemiye doğru çektim ve perişan halde olmasına rağmen içeriye girdi.

Barınağın altına girer girmez ceketimi aşağı attım ve sadece iç çamaşırlarım kalana kadar giysilerimin geri kalanını çıkardım. Tüm zaman boyunca Bellamy'ye bakınırken bütün vücudumu önceden hazırladığımız varillerdeki sularla yıkadım. Onu hala göremediğimde yanmayı görmezden gelip iç çamaşırlarımla barınağın çevresinde dolanmaya ve adını seslenmeye başladım. Ama hiçbir cevap gelmedi. Onu hiçbir yerde bulamıyordum.

Kalbim resmen ağzımda atıyordu. Belki de en kötüsünü düşünüyordum. Buralarda bir yerde olması gerekiyordu. Dışarıda olsa çığlık attığını duyardım. Ama onu göremedim.

"Bell?" Yağmura doğru seslendim. "Bellamy!"

Odanın ön tarafına koştuğumda onu ve babamı yerde ölmekte olan adamı taşımaya çalışırlarken gördüm. Bir anlığına kendimde suçluluk duygusu hissettim ama şuan herhangi şey için suçlu hissetmenin yeri değildi, hayatta kalmanın bir yolunu bulana kadar.

"Octavia'yı bulmam gerekiyor." dedi Bellamy, kendini yarım yamalak duruladıktan sonra. Çok fazla acı çekiyor gibi görünmediği için en azından iyi olduğunu düşündüm.

"O burada değil!" Babam cevapladı. "Saatler önce gitti."

Bellamy kapıya doğru hareket etti. "Onu bulmalıyım."

Kolunu tutarak onu durdurdum. "Bellamy, dur! Eminim onun nereye gittiğini kimse bilmiyordur! Daha yeni buraya döndük ve Rover'ın ormanda arama yapmak için yeterli gücü yok."

"Yağmur onu öldürecek!" Bellamy karşı çıktı, sesi gergindi.

Bir elimi yanağına koydum, ona güven vermeye çalıştım. "O zeki bir kız. Eminim kendine sığınacak bir yer bulmuştur, tamam mı?"

the 100 | bellamy blake x okuyucuWhere stories live. Discover now