Ölüm. Evlere ateş düşüren o dört harf. Dört harfin her birini bir hançer yapıp göğüs kafesine saplayan o kelime.
Tek kelime. Ölüm.
Bir kelime benim evim olmuştu. Ölüm insana ev olur muydu? Benim evimdi. Yuvam değildi ama evimdi.
Ben bugün o evde celladımla yanyanaydım.
Azrailin elleri kalbimdeydi. Celladımın elleri kollarımda.
Azrailin nefesini ensemde hissediyordum, celladımın nefesini yüzümde.
Azrail ruhumu parçalıyordu, celladım bedenimi.
13 bıçak sapladı Azrail göğsüme, 27 yangın başladı zihnimde.
Zihnimde çıkan savaşı durdurmaya gücüm yetmedi. Çığlıklar duydum. Genç, çocuk, yaşlı bir sürü çığlık. Her yaşım vuruluyor, hançerleniyor, bin parça oluyordu ama ben tepki veremiyordum. Sanki ölmüştüm ve kıyameti cehennemden izliyordum.
Celladımla göz göze geldim. Her yaşımın bir çok katili vardı ama o ruhumu alacaktı, bana kalan tek parçayı koparacaktı benden.
Celladım gözlerime baktı. Mezar toprağı gibiydi göz rengi. Celladım sol elini kaburgalarımın arasına soktu. Zihnim sustu. Hergün öldürüp bir gün gömemediğim yaşlarımın hıçkırıkları duyuldu kaburgalarım aradından.
"Korkuyorum." diye fısıldadı kaburgalarım aradındaki o küçük kız çocuğu. Bir elinde hiç bırakmadığı bez bebeği vardı. Diğer eliyle sürekli gözlerini ovuyor, ağlamamak için çırpınıyordu. "Burası çok sıcak, çıkmak istiyorum." Küçük cüssesiyle bağırıyor, sağa sola bakıyordu. Göğüs kafesimden kurtulmanın bir yolunu arıyordu.
Kız çocuğu tekmeler savurdu kor alevlerle yanan kaburgalarıma. Göğüs kafesimi delip geçmek istedi. Göğüs kafesim inatçıydı izin vermedi. Yavaş yavaş öldürdü kız çocuğunu. İlk önce oksijeni azaldı, daha sonra kor alevler bedenine yaklaşmaya başladı. Kız çocuğu çığlık bile atamıyordu. Öksürüyor, sessizce ağlıyordu sadece.
Kız çocuğu düştü. Elinden bırakmadığı bebeğiyle vedalaştı o gün. Bir kibritten çıkan alev celladı oldu o gün.
"Korkuyorum." diye fısıldadı kaburgalarımın aradındaki o genç kız. Koca bir okyanusun ortasında kalmıştı. Durmadan kulaç atmış; bir ada, bir gemi, onu kurtaracak herhangi bir şey aramıştı ama yoktu. Kocaman bir okyanustaydı. Koyu renk uzun saçları kafasına ağırlık yapıyordu. Üzerindeki kıyafetler yüzmesini o kadar zorlaştırıyordu ki hepsini çıkarmayı bile düşünmüştü. Boynundan asla çıkarmadığı kolyeye dokunmak, ondan güç almak istiyordu ama yüzmeyi de bırakamıyordu. Boyunu aşan dalgalar yüzünden bir sürü su yutmuştu, boğazı ağrıyor gözlerinden yaşlar boşalıyordu. "Burası çok derin, çıkmak istiyorum." diye haykırdı kimsenin olmadığını bile bile.
Tekrar yüzmeye başladı. Göğüs kafesimin içindeki okyanusdan yüzerek kurtulabilirmiş gibi. Yüzdü bedeninde tek derman kalmayana kadar. Büyük dalgalarla savaştı, sanki savaşı kazanırsa kurtulabilirmiş gibi. Okyanus içine çekmeye başladı bedenini, direnemedi çok fazla.
Genç kız dibe çekildi. Boynundan hiç çıkarmadığı kolyesiyle vedalaştı o gün. Okyanusun bir damlası celladı oldu o gün.
Kalbim çığlık çığlığa bağırıyordu. Ölümden kaçmak, kurtulmak istiyordu ama dilim farklıydı. Kalbimde yanan, boğulan gerçeklere rağmen dilim yalan söylüyordu. Bir bebeğin elinden şekerini almak kadar, hergün nefes almak kadar kolaydı yalan söylemek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaburga Altı Yarası
Teen FictionBir saatin kolları hızla dönmeye başladı. Önce geçmişe sonra geleceğe doğru aktı. Akrebin zehirli kolları tüm zamanlara yayıldı. Geçmişi yakıp geleceği yıktı ama zamanı durduramadı. Zaman aktı. Küçük kız çocuğu yandı, boğuldu; kadın oldu. Küçük kız...