sankoskoca 10 gün geçmişti wooyoung ile konuşmayalı.
şaka gibiydi. gerçekten o günden sonra hiç yazmamıştı. e ben de yazmamıştım normal olarak. bu kadar çabuk unutacağını düşünmemiştim. gözlerimin altı patlıcandan bile mordu ve bu kesinlikle mutsuzluğumdan kaynaklıydı. uyku uyuyamıyordum, yemek yemek istemiyordum, hiçbir şey yapasım gelmiyordu. ne güzel bana laf atsa bile en azından sevdiğim çocukla konuşup eğlenebiliyordum ama şimdi sırf fazla yapışkan olduğum için onu da kaybetmiştim. huyumu da hemen değiştiremezdim ki, ne olurdu bekleseydi?
yine de artık beni besle diyen karın gurultum ile yattığım koltuktan kalkmış ve mutfağa yönelmiştim. bu 10 gün içinde anca çöp çıkarmaya falan inmiştim. bir kereliğine de wooyoung'u balkonda otururken görmüştüm ama içeri kaçmıştı hemen. bu kadar rahatsız ettiğimi bilseydim hiç yanaşmazdım önceden. ne güzel uzaktan da olsa sevebiliyordum ben onu.
dolabı açtığımda bir hiçlikle karşılaşınca küfür ettim tabii. hayattan soyutlandığımı unutmuştum. resmen ilişki depresyonu yaşıyordum. seonghwa hyung ve hongjoong hyung her ne kadar yanıma gelmek isteseler de kabul etmemiştim. biraz yalnız kalıp ağlamak istiyordum ki öyle de yapmıştım.
beni en çok üzen şey ise jiho denen herifin laflarını doğrulamış olmasıydı. bunca zaman yapışkanlığıma hiçbir şey dememişken birden öyle söyleyiverince üzülmüştüm tabii. soğuk davranıp kötü birisi mi olmalıydım illa? beni böyle de kabul edebilirdi diye düşünmüştüm. en azından arkadaş olarak.
buzdolabının kapısını kapayarak askıdan hırkamı üstüme geçirmiş ve cüzdanımı da alarak dış kapıya yönelmiştim. hızlıca markete gidip geleyim bari, hem hava alırım diye düşünmüştüm.
kambur olacaktım ama hiç umurumda değildi şu an. kapıyı açtığımda yüzüme çarpan rüzgarla başımı kaldırdım. gözlerimi tam açamasam da karşımda birisinin olduğunu görüyordum.
"haha, hayal de görmeye başlamışım."
diyip ayakkabılarımı giymiş ve kapıyı kapatarak merdivenlere yönelmiştim. garipti ama hayal görmüyomuş gibi de hissediyordum. yani arkamda bir şey beni takip ediyordu. hani ensenizde hissedersiniz ya, öyle bir şeydi işte. tam inerken tişörtümün arkadan çekiştirilmesiyle geriye doğru yalpalamıştım. tam düşecekken birisi beni tutmuştu yoksa tanrıya kavuşmama saniyeler kalmıştı. yarı açık gözlerimi beni tutan kişiye diktiğimde şaşkınlıkla büyüttüm gözlerimi. arkamdaki kişi... hayır hayır kapının önünde gördüğüm kişi wooyoung muydu yani? hayal görmemiş miydim ben?
"neden zombi gibisin? etrafına baksana... ya düşseydin de bir şey olsaydı san?"
merdiven kısmından yukarı çıkıp afallayarak karşımdaki bedeni süzmüştüm. cidden oydu. ne diyeceğimi de bilemiyordum ki. zombi gibi olduğum çok doğruydu.
"az önce de beni görmedin. iyi misin? gözlerinin altı mosmor olmuş san... nereye gidiyordun?"
beni mi merak ediyordu gerçekten? yani sevdiğim çocuk olmasa yapıştırırdım bir tane tokadı ama kıyamıyordum işte. konuşacak halim bile yoktu ki, ne diyecektim? yine de zorladım kuruyan boğazımı.
"ben... markete gidiyordum. acıktım da."
ne kadar acınası duruyordum acaba çok merak etmiştim. kendimi görsem kahkahalarla dalga geçerdim heralde ama aynaya bile bakmamıştım hiç. eve dönünce kontrol edeyim bari diye düşündüm. ağlanacak hale gülmek bu oluyordu.
"benimle gel, sana yemek yapacağım. bu halde hiçbir yere gitmene izin vermem."
kolumu tutup yavaşça inmeye başladığımızda durdurmamıştım. e yani ben fırsatların çocuğuydum. 10 gündür berbat halde olsam da, ki zaten hayır diyecek mecalim bile kalmamıştı, reddetmemiştim wooyoung'u. hem yemekleri de çok güzel oluyordu.
içeri girdiğimizde beni koltuğa oturtmuştu nazikçe. hasta muamelesi görüyordum bildiğiniz. ah be wooyoung, aşk hastasıydım da haberi yoktu.
"sen burada uzan ben hızlıca bir şeyler hazırlayıp geliyorum. yemek istediğin herhangi bir şey var mı başka?"
düşündüm biraz. canım çok tatlı istemişti aslında.
"çikolata var mı?"
dediğimle hafifçe gülümsemişti ama bozuntuya vermeyip kaçmıştı hemen mutfağa. ee benim gözlerim görmüştü çoktan.
10 gün hiçbir şekilde iletişim kurmadıktan sonra ne diye beni evine getirmişti ki? halime mi acımıştı? vicdan azabı mı çekmişti? o kadar kötü haldeydim demek ki.
yine de içim kıpır kıpır olmuştu. şu an sinirli ve üzgündüm fazlasıyla. bunu belli edebilecek enerjim yoktu sadece. açıklama yapar umarım diye düşünüyordum.
biraz zaman geçince dalmış olacaktım ki bana seslenen wooyoung'u geç duymuştum. kapalı gözlerimi açtığımda masadaki tepsiye baktım. çikolatalı krep ve süt vardı. sanki mücevherlermiş gibi gözlerim parlamıştı. karnımdan gelen sesle de bunu kanıtlamıştım aslında. yanıma oturan wooyoung ise kahkaha atmıştı. yüzümü buruşturup ona döndüm.
"gülme öyle. karnım aç demiştim."
tepsiyi kucağıma aldığımda çikolatalı krebin birisini direkt olarak kapmış ve koca bir ısırık almıştım. siyah beyaz dünyam renklenivermişti aniden. çikolata ne güzel şeydi ya.
"yavaş ye boğazında kalacak. biraz daha yapmamı ister misin?"
dolu ağzımla hayır anlamında başımı sallamıştım. ne ara bitirmiştim haberim yok ama büyük bardaktaki sütü içerken buldum kendimi. birdaha aç kalırsam şerefsizim dedim içimden.
"şuranda... çikolata kalmış."
diyip dudağımın üstünde gezdirdi baş parmağını. enerjim yerine gelirken nerede ne yaptığımı idrak etmiştim sonunda. geri çekilip ayaklandım hızla.
"ben gideyim artık... teşekkür ederim çikolatalı krep için. daha fazla rahatsızlık vermeyeyim, yeterince verdim gerçi."
kapıya yönelirken gözlerim dolmuştu. kolumu tutar mısın mal diye dönmek istiyordum da gururum el vermiyordu. bilerek yavaş adımlasam da gelmemişti işte. ayakkabılarımı giyip kendi evime çıkmıştım hemen. sonra da yine bir ağlama seansı gerçekleştirmiştim. ne diye evine gittiysem, daha da kötü olmuştum işte.
______
ŞİMDİ OKUDUĞUN
neighbor, woosan
Teen Fictionsan: çiçeğini düşürdüm diye mi bu nefret anlamadım wooyoung: evet? san: napim :D bidaha dik