titreyen ellerime engel olamıyorken kapının çalmasıyla tuttuğum telefonu koltuğa fırlatmış ve kapıya koşmuştum. kendime çeki düzen vermek isterdim ama artık çok geçti, zaten böyle görmüştü beni.yavaşça açtığımda karşımda duran bedenle içimden çığlık attım. sakin kalmak çok zordu. telefonda konuştuğumuz gibi böyle rahat edememiştim. oysa utanılacak ne vardı sanki?
"gelsene."
diyip kenara çekilmiş ve içeri girerken onu izlemiştim. başını yerden kaldırmayışına bile eriyordum.
kapıyı kapatıp arkasından salona geçmiş ve yanına oturmuştum sessizce. ikimiz de açık olmayan televizyona bakıyor ve bu garip ortamın geçmesi için dua ediyorduk kesinlikle.
"şey ben..."
"wooyoung."
aynı anda konuşunca istemsizce gülmüştük. ne diyeceğimi seçemiyordum. kelimeler ağzımdan çıkmıyordu resmen. parmaklarıyla oynuyordu sanırım stresten. elimi uzatıp tuttuğumda başını kaldırmış ve bana bakmıştı sonunda. dilimi ısıracaktım neredeyse.
"o kadar geleyim mi dedin bir de, hani nerde o wooyoung?"
rahatlasın diye dalga geçerken dudaklarını büzmüştü aksine.
"bilmiyorum, utandım."
"neyse, konumuza dönelim."
der demez tekrar kafasını eğmişti. şöyle suratını tutup ısırsam yanaklarını ne rahatlardım.
"dönelim."
elimi çenesine götürüp bana bakması için kaldırdığımda dokunuşumla titrediğini görmüştüm. bu kadar etkilendiğini bilseydim 10 gün boyunca yatar mıydım sizce? yo.
"sakin olsana komşucum, insan yemem ben merak etme."
wooyoung birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra elini yanağıma koymuştu. baş parmağını gözümün altında gezdirirken konuşacak gibi olmuştu ama dudakları titremişti bu sefer de.
"çok yorgun görünüyorsun san. benim yüzümden değil mi?"
evet dersem üzülürdü hayır dersem inanmazdı.
"tüm gece oyun oynadım ondandır. merak etme sen."
diğer elini de yanağıma koyunca başımı eğmiştim.
"yine de konuşmadığımızdan beri hiç aklımdan çıkmadın. acaba sadece ben mi bu haldeydim diyordum. seni o şekilde görünce kafamdan aşağı kaynar sular döküldü sanki. çok özür dilerim, tam bir aptalım ben."
yani, on gündür sürünüyorum demek istemiyordum elbette ama bu konuyu düşünüp durmasını da istemiyordum.
"bebeğim, özür dileme artık. iyiyim diyorum sana. hem sen gelince turp gibi oldum bak ısırayım mı yanaklarını?"
konuşmamla ellerini çekip diğer tarafa dönmesi bir olmuştu. yanlış bir şey mi demiştim?
"öyle şeyler deme aniden."
"ne dedim de? dönsene bana niye kaçıyorsun?"
koltuktan kalkıp ayaklandığında ben de kalkmıştım. cidden kaçıyordu bu çocuk.
kolunu tuttuğumda duvarla arama almıştım bedenini. aşırı yakın olduğumuzdan kalp atışlarını net şekilde duyuyordum. yüzünü yavaşça kaldırınca kızarmış yanaklarıyla gözlerim parlamıştı.
"bırak, utanıyorum ben gideceğim eve. sonra konuşalım."
kolunu aksine daha sıkı tutarken bir adım daha yaklaşmış ve tam anlamıyla sıkıştırmıştım. gözlerini gözlerime çıkarttığında gülümsemiş ve boştaki elimi yüzüne yerleştirmiştim. yumuşacık yanaklarını okşarken şu an rüyada olmamak için yalvarıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
neighbor, woosan
Teen Fictionsan: çiçeğini düşürdüm diye mi bu nefret anlamadım wooyoung: evet? san: napim :D bidaha dik