"Bu bölgede, aradığınız özelliklere uygun birkaç ev var elimde," diye söze girdi emlakçı, belli ki lafı bitmemişti de ağzını kapamadı. Çekmecesini karıştırarak büyük bir defter çıkardı, bu sırada karşısında Türk kahvesi içmekte olan bir ülke vardı. Ülke, heyecanlı mırıltılar çıkarırken, ağzındakini yuttu ve "Harika, peki hemen şuanda görme şansım var mı?" diye sordu.
Emlakçı kadın ise "Şimdi bazı ev sahipleri ile küçük birer görüşme yapacağım. Hemen şuanda görebileceğimiz bir, iki ev var. Dilerseniz," diyerek defterini kapattı, "gidip bir bakalım?" şeklinde devam etti. Ardından ayaklandı.
Bunu duyunca meraklanan Türkiye kahvesinden son yudumunu aldı ve fincanını, tabağın üzerine ters şekilde kapattı. Kadının arkasından ayağa kalkarak, koltuğuna astığı montunu aldı. "Artık döndüğümüzde bir fal bakarsınız, ha?" deyip, montunu giydi. Kadın ise gülerek onayladı ve Türkiye'ye 'Haydi, buyrun çıkalım.' demek istercesine bir beden diliyle, kapıya yöneldi. İki kadın gülüşerek binayı terk etti.
...
Emlakçı, yol boyu birkaç telefon görüşmesi yapmış ve ev sahipleri ile çalışanlara bilgiler vermişti. Bu esnada Türkiye'nin de seçenekleri artıyor, İstanbul'daki çeşitli evler kendisine göz kırpıyordu.
Şu ana kadar beraber iki ev gezmişlerdi. Malum, İstanbul'da yoğun bir kira artışı söz konusuydu. Dolayısı ile Türkiye, o kadar para vereceği evin olabildiğince iyi ve nitelikli olmasını istiyordu. Gezecekleri üçüncü eve yürürlerken "Buralar ben görmeyeli epey bir değişmiş. Baksana şu yapılara, çok yabancı geliyor." diye mırıldandı Türkiye, "Güya eskilerden bu yana daha da geliştik, baksana nerede o güzelim görkemli yapılar. Her bina birbirinin aynısı ve çirkin."
Bunun üzerine kadın, çeşitli yapıları işaret ederek, son zamanlarda yapılan değişiklikler ve yıkılan yerlerden bahsetmeye başladı. Türkiye, bu sokaklarda daha bir çocukken dolaştığı zamanları ve eski esnafı, yapıları, ilişkileri daha dün gibi hatırlıyordu. Konuşa konuşa sıradaki eve ulaştılar.
Yokuş çıkmaktan yorulmuş olan Türkiye, evin güzelliği ile kendine geldi. Bembeyaz nur gibi parlarken çok hoş duruyordu, ayrıca Kuzey Kıbrıs gibi küçük bir çocuğu da yetiştirmek için pek uygundu. Hem manzarası hoştu, hem Türkiye'nin eleştirdiği yeni nesil bina yapısına da uymuyor, genç ülkeyi huzurlu hissettiriyordu. Ayrıca Türkiye vapur ile seyahat etmesini seven biriydi ve ev bu özelliği de kapsıyordu.
Türkiye'nin eve parlayan gözlerle baktığını gören emlakçı, hevesle gülümserken, vücut dili ile Türkiye'yi eve davet etti. Böylece ikili eve giriş yaptı. Türkiye varolan eşyalardan çok evin yapısına ve kendi eşyalarını nereye yerleştirebileceğine bakıyordu. Zaten, son katı komple babasının eşyaları ve geçmişinde aldığı hediyeler ile oluşturacağı bir hatıralar ortamı için ayıracaktı. Uzun zamandır o eşyaları kiraladığı depodan almak istiyordu, zarar görmelerinden endişeleniyor ve gözününün önünde bulundurmak istiyordu. Antika sayılırlardı.
Her ne kadar pek mutlu bir gençliği olmasa da anılarını yok edecek biri değildi ve çeşitli hatıralarını, kendisine kötü anılar anımsatsa da, gözüne çarpacak yerlere koyardı.
Türkiye ürkek adımlarla etrafta gezinirken planlamalar yapıyor ve göz kararı ölçüler alıyordu. Emlakçı gerekli gördüğü anlarda bir şeyler anlatırken, genellikle Türkiye'nin kendi kendine keşif yapmasına olanak sağlıyordu.
Türkiye diğer katlara da çıktı. Çalışma odasını ve büyük bir alana ihtiyaç duyacak kütüphanesini yerleştirecek yer baktı, Kuzey Kıbrıs için geniş bir yaşam alanı ve kültürel halılarını asacak duvarlar seçmeye çalıştı, babasından kalma minderleri yerleştirmek ve kahve köşesi yapmak için bir ortam buldu, hobilerini yayabileceği niteliklerde odalar belirledi, balkon için fikirler üretti ve mangalını yerleştirecek yer buldu. Çoğu eşyası evin şekline cuk oturuyordu.
Ev yeterince büyük ve yapısı ile Türkiye'nin göz zevkine uygundu. Emlakçı bu işi olmuş bilirken, Türkiye de karar vermese bile yoğun bir istek duyuyordu. Baktığı yerlere tekrar tekrar bakarken, bir yandan da emlakçı ile detayları konuşmak üzere alt kata indi, dışarıya bakarken duvara yaslandı. Emlakçı kadın "Ne düşünüyorsunuz? Beğendiniz mi?" diye sordu.
Türkiye bu soru üzerine hızla kadına döndü, fazla hevesli durmak istemiyordu ama gözler kalbin aynasıydı. Türkiye'nin parlayan gözlerine bakarak "Sanırım beğendiniz? Siz ağızınızı açmasanız dahi vücudunuz öyle söylüyor." diye devam etti kadın. Türkiye dayanamayarak sessiz bir çığlık attı ve "Aslında bakarsanız," diye söze girdi. "ben buraya bayıldım! Tüm isteklerime uygun ve bulunduğu yer çok güzel. Kuzey Kıbrıs'ın da bayılacağına eminim."
Ardından işaret parmağı ile kadından müsade isteyerek, telefonunu çıkardı ve hızla bir numara tuşladı. Emlakçı kadın duydukları ile gülümsedi;
"Alo? Evet evet... Eşyaların taşınacağı adresi veriyorum- Tamam bekliyorum. Hah, yazın. Arnavutköy..."
...
Türkiye elindeki ağır karton koli ile yürürken kendini Allah'a emanet etmişti, çünkü önünü göremiyordu. Önünde bir hareketlilik sezdi ve neler olduğunu anlayamadan bir şeye çarptı. Kendisi yere düşerken, çarptığı kişi koliyi yakaladı ve karton kutuyu yere bırakarak, elini uzattı. Başını kaşıyan Türkiye "Küba?" diye mırıldandı ve kendisine uzatılan eli tuttu. Küba, Türkiye'yi çekerken gülerek konuşmaya başladı; "O ben oluyorum. Bugün, saat öğleden sonra ikide buluşacaktık?"
Bunu duyan Türkiye, elini alnına vurdu ve özür dilemeye başladı; "Özür dilerim Küba ya, görüyorsun ev bulma sürecindeyim. Bugün de taşınıyorum. Tamamen aklımdan çıkmış!" diye haykırdı. Küba, Türkiye'yi omuzlarından kavradı ve "Sakin ol, sakin ol." dedi, "Önemli değil, seni bulamayınca endişelenerek Arnavutluk'u aradım. O söyledi, bu bölgede ev bulmuşsun, eşyaları taşıyormuşsun." diye devam etti.
Türkiye rahatlayıp, nefesini vererek gülümsedi ve "Sevindim. Aslında buraya kadar gelmene gerek yoktu, kendine iş çıkarmışsın..." diye mırıldandı. Küba endişeli duruyordu, kaşımak üzere elini başına götürdü ve "Ee, işlerini zorlaştıracaksam gidebilirim. Ayak altında dolanmak istemem." dedi. Türkiye de Küba gibi endişeye kapılarak "Hayır, hayır! Öyle bir niyetim yoktu. Asıl senin için zor olur, ondan şey etmiştim ben... iş çıkar sana." diye haykırdı.
Küba ise bunun üzerine sadece eğildi, kaldırıma bırakmış olduğu koliyi kavrayarak "Olur mu öyle şey, daha taşınacak eşya var mı?" diye konuştu ve güldü.
Türkiye "Eh. Bir, iki koli daha var." diye mırıldandı, ardından beyaz binayı işaret ederek "Sen istersen elindekini oraya bırak ve içeri geç, ben de o esnada kalanları getireyim. Hafifler zaten." dedi. Küba da onayladı ve şarkı mırıldanarak yürümeye başladı. Türkiye de yokuşun aşağısına park etmiş kamyona ilerledi, içeriden kalan üç koliyi kaptı ve müstakbel evine yol aldı.
Toz ve kir dolup, her yerdeki eşyalar yüzünden çarşamba pazarına dönmüş evin kapısı açıktı. Türkiye de kolileri kapı eşiğinde yere bıraktı ve yerde itekleyerek içerilere sürükledi. Küba, kirli koliyi kenara çekilen bir masanın üzerine bırakmış, camdan manzarayı izliyordu. Ayak sesleri duyunca, "Oh, Türkiye. Manzara iyiymiş ahbap, yeni evin uğur getirsin sana. İyi dileklerim seninle." dedi.
Bunu duyan Türkiye, saçını kulağının arkasına sıkıştırarak teşekkür etti ve montunu çıkardı, bu esnada "Ev daha benim değil, bakalım şu işlemler bir tamamlansın da..." vesaire diyordu. Küba da koliyi bıraktığı masaya oturarak "Umarım her şey gönlünce olur Türkiye." deyip, yakınında bulunan camı kapattı.
-------------------------------------------------------------------------
-1064 kelime-
Diğer bölüm aynı konseptte ve Türk ailesi ile ilgili olacak.
-
Ayrıca duyuru kısmımda, bir emlakçılık uygulamasından bulduğum ve bölümde betimlediğim evi paylaştım.
O resme bakarak, ilerki bölümlerde Türkiye ve ailesi hakkında yazılacak olayları kafanızda daha rahat canlandırabilirsiniz.
Sadece resimlere odaklanın, satılık veya nerede olduğuna değil.
İyi günler muck :>
![](https://img.wattpad.com/cover/262672542-288-k868634.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Revival - CountryHumans DEVAM ETMEYECEK
Historical Fiction"Baba..." ... "Bence kıskanıyorsun anne, o iyi biri." .. "Ben bunları unutmadım, hala Türk Gençliğine kırgınım, hala sizlere kızgınım!" ...